Dün bir, bugün iki derken...
Ramazan bitiyor.
Tıpkı ömrümüz gibi.
Ürperiyor insan. Bu ne süratli yolculuk!
Her sene, biraz daha yalnızlaşan biz/iz.
Medeniyetin -nesi
varsa- hepsi çaresiz.
Ne hastalıklara
bir derman var, ne de ölümler bitiyor.
Bizi avutsun diye
oyuncakları çoğaltıyoruz.
Gidişe çare var
mı!
Ayrılığa,
hasrete, gurbete, ölüme...
Kocaman binalar hangi odasında avutur beni?!
Uçaklar hangi diyara götürür de: 'İşte aradığın bu!'
diyebilir?
Otobanlar, köprüler iki yakamı bir araya getirebilir mi?
Gözyaşlarımı silebilir mi medeniyet?
Bu ramazan sanki daha hızlı gidiyor.
Ne zaman geldi, ne zaman yarıyı geçtik; anlayamadım.
Sağdan sola dönerken akşam oluyor.
Her şeyde nasıl bir nizam, nasıl bir (hızlı) elveda!
Yetişebiliyor musun/uz?
Her günbatımı alır götürür beni.
Alamam kendimi kimi zaman.
Dalar dalar giderim. Bir kızıllık, bir vedâ ki...
Nereden nereye...
İşini bitiren gidiyor.
İşte ramazan...
İşte ömrümüz...
İşte günlerin art arda gidişi...
Yaşanmamış gibi bunca yıllar...
Yaşanmamış gibi doğumlar, düğünler, ölümler...
Yaşanmamış gibi hayat!
Heyhat!
Elini çabuk tut!
'Emanet ata binen
tez iner.'
Bir emanettir bu
hayat, bu vücut...
Gelmek; gitmekle
'çok yakın' akraba...
Hayat… sarmaş
dolaş ölümle.
Bir ürperti, bir
korku, bir heyecan...
Ümitle kol kola gezince...
Rahatlıyor insan.
Bir aşağı bir yukarı terazinin kefeleri...
Ümit ve korku dengeye gelinceyecek...
Ümit ve korku arası hayat.
Ramazan çarçabuk bitiyor.
Tıpkı ömrümüz gibi...
Ramazanda ve ömrümüzde...
İzimiz, sözümüz var mı?
Aynalarda 'yüzleşebileceğimiz' yüzümüz?
Ali Hakkoymaz
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder