25 Mayıs 2013 Cumartesi

Hicret...

Baktığımız her ufkun öte yanına hasret; 
Bir ömür sürüyoruz, nereye varsak hicret.

Necip Fazıl Kısakürek

24 Mayıs 2013 Cuma

Telafi imkani ver...


"Ben derdimi ve hüznümü ancak Allah'a şikâyet ederim." 
(Yusuf, 12/86)

"Allahım, iyi düşünemiyorum, 
dengeli olamıyorum, isabetli karar veremiyorum;
sebeplere riayette bir sürü hata ettiğim gibi, 
Senin ile münasebetimi de koruyamıyorum.

Öyle yetersiz, o derece tutarsız ve o ölçüde çaresizim ki,
beni düzeltirsen ancak Sen düzeltirsin Allahım!..

Allahım, inanıyorum ki, Sen bana teveccüh ettiğin zaman,
bütün gönül kapıları da benim için açılacaktır.
Bana kusurlarımı telafi imkanı ver ve beni günahlarımdan arındır."

Kalb İbresi

22 Mayıs 2013 Çarşamba

Yüceliği gösteren üç şey

Üç şey vardır ki insanoğlunun yüceliğini gösterir:

Musibetten şikayetçi olmamak,
Ağrıdan dolayı sızlanmamak ve
Diliyle kendini övmemek.

Ebu Derda (r.a)

21 Mayıs 2013 Salı

Secdelerin gölgesi


http://www.youtube.com/watch?feature=player_embedded&v=bRNdaAL9uNM

Nereye dönsem Senin vechin
Terkedilmişliklerin yanı başında bekler yakınlığın
Unutulmuşların elinden tutan Senin şefkatin
Yüz üstü bırakılmışların hemen yanında bulduğu yine Sensin
Senden yine Seni isterim ey errahimurrahim
Geçmiş zaman hüzünlerine teselli veren Sensin
Gelecek zaman korkularını silip süpüren yine Sensin
Doğuların hepsi Senin
Her günü bir sabah tazelediğinde gönderen Senin kudretin
Batıların hepsi Senin
Tükenişin ardından yeni huzurlar sunan
Vedaların arkasında vuslatları müjdeleyen
Her güzün kalbinde baharı hazırlayan Senin merhametin
Yıkılacak anlarımı ebediyete yaslayan Sensin
Daracık günümü sonsuzluğa komşu eyleyen Sensin
Pörsüyen tenimi, eksilen bedenimi
Sonsuz genişlikte secdelerin misafiri eyleyen Sensin
Çaresiz dudağımı, tükenen nefesimi sonsuz kelamına değdiren Sensin
Hücrelerimi bilmediğim yerlerden toplayan
Kalbime ahiret genişliği lutfeden ey Vasi
Kendimi yitirdiğim yarınlarda bana sahip çıkan
Kimliğimi kaybettiğim uykularda beni bilen
Adımı unuttuğum yoksulluklardan beni çekip alan ey Ali
Ellerim Senin lutfettiğin cennet kadar açılıyor
Beni bende bırakma
Benden sonsuz bir ben çıkar ey Vasi-ul Alim
Hiçbir kınayanın kınamasından korkmayacak
O iman özgürlüğünü ver bana ey Vasi-ul Alim
Dualarımı işitmeye değer gören Semi
Seslendiremesem de gönlümdeki ıstırap ve arzuları
Keder ve ümitleri bilen Alim
Kabul buyur benden
Yalnız Sensin hakkıyla işiten
Yalnız Sensin gerçekten bilen
Hiç dile gelmez dertlerimi 
Hepten ayıplanacak pişmanlıklarımı dinlemeye değer gören
Senin huzurunda hece hece çoğalmak ne güzel
Hiç ciddiye alınmaz ince sızılarımın
Hiç güç yeterilmez hasretlerimin çaresini bilen
Senin huzurunda dua dua teselli bulmak ne hoş
Ey Semi-ul Alim
Azizsin Sen, izzet sahibisin
Bize muhtaç değilsin -haşa-
İzzet Senin, bizsiz edemez değilsin -asla-
Biz olmasak da kamil sahibisin
Bizimle Konuşmamış olsan
Ne izzetin eksilir ne şanına gölge düşer
Sensin bize hakim olan Kur'an'la konuşan

Kimse bilmezdi adım
Sende saklı muradım
Beni yoklukta buladım
Ey Allahım

Aziz iken Sen rahmetinle tenezzül eyledin bize
Muhatabın seçtin, kelamını aklımızın göğüne indirdin
İçimizin gizli yollarını Kur'an'ın hikmetiyle bize gösterdin
Görünür eyledin
Sana gelen yolları yürünür eyledin
Öyle ki kur'an'da biz Sana değil
Sanki Sen bize muhtaçmışsın gibi hitap etmektesin
Hİçbir kulunu gözden çıkarmış değilsin
Herbirimizi vazgeçilmezin bilmektesin
İzzetinin makamından
Rahmetinle indirdiğin kitabını kalbimize yoldaş eyle ey Aziz-i Rahim

seslendiren: Senai Demirci & Alper 

20 Mayıs 2013 Pazartesi

Bir avuç dolusu

 

Bir avuç ekmek verdim bugün postacıya, kuşlara götür dedim.
Bir avuç selam verdim bugün postacıya, dostlarıma götür dedim.
Bir avuç barış verdim bugün postacıya, dünyaya götür dedim.
Bir zarfın içine, bir avuç dua, bir kucak şükür,
bir avuç da kandil gülü koydum.
Kime götüreceğini söylemedim.
Postacı sorunca,

Her yere serp dedim.
Her yere...

Kaan Murat Yanık

19 Mayıs 2013 Pazar

Kasımpatıyım...

Saman sayfalar arasında, kurutulmuş bir kasımpatıyım. 
Hangi kitabın, kaçıncı sayfasında, 
Hangi şiirler arasında ezildiğimi bilmeden.

Erdem Arslan

17 Mayıs 2013 Cuma

Sizin hiç böyle bir dostunuz oldu mu?


Daima düşünceliydi. Susması konuşmasından uzun sürerdi. Lüzumsuz yere konuşmaz; konuştuğunda ne fazla, ne eksik söz kullanırdı.

Dünya işleri için hiç kızmazdı. Kendi şahsı için asla öfkelenmez ve öç almazdı.

Kötü söz söylemezdi.

Affediciliği tabii idi. İntikam almazdı.

Düşmanlarını sadece affetmekle kalmaz, onlara şeref ve değer de verirdi.

Kendisini üç şeyden alıkoymuştu: Kimseyle çekişmez, çok konuşmaz, boş şeylerle uğraşmazdı.

Umanı, umutsuzluğa düşürmezdi.

Hoşlanmadığı bir şey hakkında susardı.

Hiç kimseyi ne yüzüne karşı, ne de arkasından kınar ve ne de ayıplardı. Kimsenin kusurunu araştırmazdı. Kimseye hakkında hayırlı olmayan sözü söylemezdi.

Âdet üzere sarf edilen hiçbir kötü sözü ağzına almamıştı. Sıkıntılı hallerinde kabalaşmaz, bağırmazdı.

Yanında en son konuşanı ilk önce konuşan gibi dikkatle dinlerdi.

Bir toplulukta bulunduğu zaman bir şeye gülerlerse, o da güler; bir şeye hayret ederlerse, o da onlara uyarak hayret ederdi.

Gerçeğe aykırı övgüyü kabul etmezdi.

Her zaman ağırbaşlıydı.

Konuşurken çevresindekileri adeta kuşatırdı.

Kelimeleri parıldayan inci dizileri gibi tatlı ve berraktı.

Yürürken beraberindekilerin gerisinde yürürdü; Ayaklarını yerden canlıca kaldırır, iki yanına salınmaz, adımlarını geniş atar, yüksek bir yerden iner gibi öne doğru eğilir, vakar ve sükûnetle rahatça yürürdü.

Kapısına yardım için gelen kimseyi geri çevirmezdi.

Bir gün kendisinden yaşça küçük bir dostunun omuzlarından tutarak şöyle demişti: "Sen dünyada garip bir kimse yahut bir yolcu gibi ol!"

Her zaman hüzünlü ve mütebessim bir hâletle dururdu.

Fakirlerle birlikte yerdi; öyle ki onlardan ayırt edilemezdi. Yemek seçmez, önüne ne konulursa yerdi.

Sade kıyafetler giyer, gösterişten hoşlanmazdı.

Konuşurken yüzünü başka tarafa çevirmez, bulunduğu mecliste ayrıcalıklı bir yere oturmazdı.

Sabahları evinden çıkarken şöyle derdi: "İlâhî, doğru yoldan sapmaktan ve saptırılmaktan, kanmaktan ve kandırılmaktan, haksızlık etmekten ve haksızlığa uğramaktan, saygısızlık etmekten ve saygısızlık edilmekten sana sığınırım."

Sıradan değildi; ama sıradan insanlar gibi yaşadı.

Sizin hiç böyle bir dostunuz oldu mu?

Aslında böyle bir dostumuz var; ki o, iki cihanda Efendimiz Muhammed Mustafa'dır (s.a.v).


Yokluğumun resmi


Attığım her adım benden uzakta 
Bastığım her yerde yokmuşum meğer 
Çırpınırken “ben” denilen tuzakta 
“Ben” bana saplanan okmuşum meğer... 

Aklım kumsal iken ben toz paresi 
Çıktıkça yükseğe alçalır oldum.. 
Düşündüm, derdimin nedir çaresi 
Susarak konuşmak sonunda buldum... 

Esrarlı vuslata bir adım kala 
Hasretin vecdiyle ben kement attım 
Yürekte boğulmak ne güzel bela 
Battıkça kurtuldum çıktıkça battım… 

Görünmez cevheri buldum diyerek 
Körlüğü kör ettim deli bir taşla 
Bilmeyi bilmeden bildim diyerek 
Boşluğu doldurdum dolu bir boşla... 

Nasılların sebebini sorarken 
Sualimi cevapladım ‘niçin’de 
Çokluğumda yokluğumu ararken 
Yalnız kaldım yığınların içinde… 

Satır satır böldü beni heceler 
Her kırkımı kırka yardım savuştum 
Boşluğumu kucakladı geceler 
Sessizlikte gürültüyle boğuştum… 

Var’da yoku haykırırken her seda 
Aklım ki, aklımı başımdan aldı 
O’na gidiyorum bana elveda 
Sonsuz olan sona bir nefes kaldı...

Uğur Işılak

Allah'ın sanatı

Dağları görürsün de, donmuş sanırsın; 
Oysa onlar bulutların sürüklenmesi gibi sürüklenirler. 
Herşeyi 'sapasağlam ve yerli yerinde yapan' Allah'ın sanatıdır.

Neml Suresi, 88


Hayirli, bereketli cumalar...

16 Mayıs 2013 Perşembe

Regaip Kandiliniz Mübarek Olsun

İhtiyacım kadar istemeye bile haddim yokken, 
Şânınca lûtfetmeni istesem,
Hadsizliğimi bağışlar mısın Allah'ım...

Serdar Tuncer

Bu mübarek geceyi layikiyla eda edebilmek dilegiyle...

15 Mayıs 2013 Çarşamba

Sabret...

Her geceyi Kadir, her geleni de Hızır bilmek, yüksek bir meziyettir.
Çünkü seyri, sebepten müsebbibe çevirmiş olmayı,
hâdiseler karşısında "vardır bunda da bir hayır" diyebilecek 
olgunluğa varmayı, "sen bilirsin yâ Rabbi!" diyerek 
fâil-i mutlak olan Allah'a sürekli hüsn-ü zan içinde bulunmayı gerektirir.
Sen de iç yüzünü bilmediğin işleri karşılarken, sabret.

Neslihan Nur Türk

Mazlumun gözyaşı

Mazlumun gözyaşı,
ebabil kuşun gagasından atılan siccilin taşları gibidir,
aktığı her yeri yakar.

S. Saki Haşimi (k.s.)

Eksik bilgi yanlış adreslere götürür...


Sevgili Dost;
Eksik bilgi bizi yanlış adreslere götürür.
Arkadaşlıklar, dostluklar, ortaklıklar ve evlilikler hep bu yüzden biter. 
Kim bilir hayatımızda kaç kez; "Nasıl da tanıyamamışım!" demiş, 
kaç kez ince bir buz tabakasına aldanıp üzerinde yürüdüğümüz gölün 
soğuk sularında bulmuşuzdur kendimizi...

Ali Ural

Secdede olmak...


Şimdi geç kaldığımın telaşıyla ruhen çırpınıyorum, 
her secdenin ele geçmez bir fırsat olduğunu anlıyor ve
"secdede olmadan secdede olmak"larımı ah vah ile anıyorum. 
Utanç içerisindeyim…

Cahit Zarifoğlu

Üç çeşit göz...

Kimyâ Hatun sordu;

- Ey Şems beni niçin görmemezlikten geliyorsun?

Şems durdu...
Sustu...
Başını göğe, bakışını yıldızlara yönelterek:

- Üç çeşit göz vardır, dedi
- Ten gözü, kalp gözü ve can gözü...

- Ben ten gözümü tâ çocukluğumda kapattım...


14 Mayıs 2013 Salı

Devam eden masal


Sonra masal kaldığı yerden devam etti:
Giden dönmedi, kalan unutmadı...

Onur Yalçın

Niye ki bunca acı?

Niye ki bunca acı? 
Dünya imtihan yeriydi belli, bu da bir sınav, amenna. 
Bu kadar sert sınanmak için ortada çok büyük bir aşkın olması gerekti; 
Allah'ın kuluna aşkı. 

Ne kadar sevildiğini mi bilmek istiyordu? 
Ve ki bunca sert bir sınavı da 
ancak kulun Allah'a duyduğu aşk katlanılır kılabilirdi.

Nazan Bekiroğlu

Ne ekersen onu biçersin...

Recep tohum ekme,
Şaban sulama, 
Ramazan hasad ayıdır.

Herkes ne ekerse onu biçer, 
ne yaparsa onun karşılığını bulur.

Zünnun-i Mısrî Hz. (k.s)

13 Mayıs 2013 Pazartesi

Şikayet etme


Uğradığın dertlerden dolayı mahluklara/insanlara şikayeti kes. 
Merhametliyi merhametsize şikayet etmiş olursun.

Hz. Hüseyin (r.a.)

Her yerde olmak, hiçbir yerde olmamaktır...

Bir amaca bağlanmayan ruh, yolunu kaybeder. 
Çünkü her yerde olmak, hiçbir yerde olmamaktır...

Montaigne

12 Mayıs 2013 Pazar

Yalan senin kapını da çaldı mı?

Sevgili Dost,
Yalan sizin evin önünden de geçti mi?
Boyu uzun muydu, kısa mı?
Ne giyiyordu? Düzgün mü yürüyordu yoksa bir ayağı aksıyor muydu?
Susuyor muydu, yoksa ıslık mı çalıyordu?
Gözleri ne renkti? Bir yere yetişecekmiş gibi hızlı hızlı mı yürüyordu,
yoksa hiç acelesi yokmuş gibi yavaş yavaş mı?

Sevgili Dost,
Yalan senin kapını da çaldı mı? Ona aç/ma/dın kapıyı değil mi?
Yoksa senin de mi merhametini çaldı? 
Yaptığı işlere kendini inandırmasaydı, bu kadar benzemezdi gerçeğe...
Kendi inanmasaydı, inandıramazdı.
Sanıyor musun ki aldatabilirdi, yalan yalan olsaydı...

Ali Ural

Muhabbet nedir?


Hallac-ı Mansur hapiste iken İmamı Şibli onu ziyarete gider ve ona;
"Muhabbet nedir?" diye sorar. 

Hallac-ı Mansur ona bugün git, yarın gel cevap vereyim der. 
Ertesi gün İmam gittiğinde Hallac-ı Mansur idamı için hazırlık yapılırken görür.
Hallac-ı Mansur ona 
"Sevginin başı yangın; sonu ise ölüm'dür." der.

11 Mayıs 2013 Cumartesi

Üç Aylarımız mübarek olsun...


Resûl-ü Ekrem Aleyhissalât-ü Vesselâm buyurdular ki:

"Receb ayının ilk günü oruç tutmak üç senelik günahlara,
ikinci gününde oruç iki senelik günahlara;
üçüncü gününde oruç bir senelik günahlara keffarettir.
Sonraki her gün bir aya keffarettir."

Hadîs-i Şerîf (Süyûtî, el-Câmiu's-Sağîr)


Receb ayında, takva üzere bir gün oruç tutana, oruç tutulan günler dile gelip, 
"Yâ RABB'i, onu mağfiret et." derler.

Hadis-i Şerif (Ebu Muhammed)

7 Mayıs 2013 Salı

Sanatkâr


Elleriyle çalışan insan işçidir.
Elleri ve kafasıyla çalışan insan ustadır.
Elleri, kafası ve yüreği ile çalışan insan sanatkârdır.

Goethe

Dünyadan geçmek


Unutmayın,
dünyada yaşamıyorsunuz, 
dünyadan geçiyorsunuz.

Hz. Mevlâna

6 Mayıs 2013 Pazartesi

Sana kalpten soruyorlar...


Cahit Zarifoğlu, 'bir kalbiniz vardır, onu iyi tanıyınız' der. Kalbimizi, sözlüklere bakarak yahut ansiklopedik bilgilere müracaat ederek tanıyamayız, anlayamayız. 'Okuyarak öğreneceksin ama severek anlayacaksın' sözü, tam da bu duruma karşılık gelir.

Kalp, insanın özüdür. Özü doğru olanın sözü de doğru olur.

Biliyoruz ki, kalpten çıkmayan, dolayısıyla kalbe dokunmayan her şey eksik kalır. İster şiir olsun, ister selam.

Kalple ilgili aldığım notları, yaptığım okumaları gözden geçiriyorum. Birbirinden kıymetli onlarca söz. İmam Şafi, 'dünyada en huzursuz kimse, kalbinde haset ve kin taşıyandır' demiş. Hazreti Ebubekir de bunu: 'Kalp katılığı, çok yalan ve hasetten meydana gelir.'

Ve Hazreti Ömer: 'Utancı giden kimsenin kalbi ölür.' Bu da onun: Kalbin ahlakına 'edep' denir.

Böylece, kalbimizi karartan nedenlerin bir kısmı ortaya çıkmış oluyor: Kıskançlık, düşmanlık, yalan söylemek ve utanma duygumuzun zedelenmesi.

Yıllar evvel, şöyle bir cümle kurduğumu hatırlıyorum: Şiddetli kıskançlık, düşmanlığı da beraberinde getiriyor.

***

Elimiz kirlenirse, yıkarız. Peki, kalbimiz kirlenirse, ne yaparız, yapmalıyız? Zor bir soru.

Dışımızla ilgilendiğimiz kadar, içimize de dikkat kesilmeliyiz. Kalbin ihtiyaçları vardır; midemiz gibi, o da acıkır. Bir mazluma, yetime, garibe, hatta bir kuşa, çiçeğe, ağaca bakıp titremiyorsak, 'gönül tellerimizde' sorun var demektir.

İyiyim diyerek iyi olunamayacağı gibi, kalbim temiz diyerek de 'masum' olamayız.

Yaşama gerekçemiz neyse, kalbimiz de ona göre şekillenir. Maddiyatı önceliyorsak, dünyanın en zengin insanı bile olsak, bu bize yetmez. 'Kalbini hırs kutusu yapma' sözü, inanıyorum ki, böyle durumlar için söylenmiştir.

Evet, meselemiz maddiyatsa, kalp, bizim için kan dolaşımının merkezi olan organdan başka bir şey değildir. Vazifesi, kan pompalamaktır. Gerçi, düşünenler için, bunda bile bir hikmet vardır. Her şey sonunda O'na döner!

Önceliğimiz, daha doğrusu derdimiz maneviyatsa, kalp, Allah'ın tecelligâhıdır. Nurettin Topçu'nun dediği gibi: 'Bizde gizlenmiş olan bir Allah sesi var, ona kalp diyoruz.'

Eskiler, kalbe doğduğu için, ilhama, 'ilham-ı şerif' dermiş. Buradan yola çıkarak, kalbe de 'kalb-i şerif' diyebiliriz.

Bir de bu var: Kalb-i rahmet. Rahmet kalbi.

Asıl önemlisi ve bizi ilgilendireni, 'kalp insanı' olabilmektir. Maddi menfaatleri ön plana almayan, insanların manevi zenginliğiyle ilgilenen kimse.

Özetle: Kalbe inanmak, Allah'a inanmaktır. Bir kalbi kırmak ise...

***

Dağlardan ovalara, meclisten meydanlara ve medyaya kadar yayılan bütün bu sevgisizlik, merhametsizlik, tahammülsüzlük, maalesef, kalp katılığından kaynaklanıyor.

Bunlar olurken, yaşanırken, eminim ki, herkes az veya çok, kalbine karşı mahcubiyet hissediyor. İşte bu mahcubiyetin ölçüsü, bizi daha iyi bir insan yapar yahut yapmaz.

İsmet Özel, 'ancak içinden aydınlanan dışına ışık verir' diyor. Kalbimizi neye açıyorsak, açmışsak, biz de oyuz. Kalbimiz neyle doluysa, dilimizden de o dökülür. Yalan dünya 'içimizde' yer etmişse, yalan söylemek kaçınılmazdır.

Evvela, acilen ve ihtiyaçtan, kalbimizi karartacak şeylerden uzak durmamız gerekiyor.

Unutmayalım: Gözlerimizi dört açabilmemiz için, kalp gözümüzün de çalışması gerekir. Gözümüzle görür, kalbimizle duyarız. Ve duymak, görmekten önce gelir. Tam da burada, 'yetiş ya Ali' diyelim: 'Kalp kör olduktan sonra, gözlerin görmesinde hiçbir fayda yoktur.'

Kalp, vicdandır, itiraz makamıdır. Aklımızın almadığı değil, kalbimizin kabul etmediği daha önceliklidir. Akıl tutulmasına göre, kalp (vicdan) tutulması daha tehlikelidir, telafisi mümkün olmayacak sonuçlar doğurur.

***

İnsanlarla kalbî münasebet kurmanın iyice zorlaştığı günlerden geçiyoruz. İçten, gönülden, çıkarsız.

Bu kadar ayet, hadis, nasihat ve kadim bilginin kalbe dikkat çekmesi, bizi ne kadar ilgilendiriyor?

'Kalp yaralanmaz, çünkü yaradır' diyen şair, bize ne anlatmak istiyor?

'Kalp darlığı, el darlığından daha zordur' diyen kıymetlimiz, maneviyat ve maddiyatla ilgili nasıl bir uyarı yapmış oluyor?

Son söz niyetine: Kalbine yenilmek deyince, aklıma kalp krizi değil de, hep güzel şeyler geliyor: Merhamet, iyilik, kanaat, tevazu, hak ve hakkaniyet?

Bir de dilek: Kalbiniz bütün olsun.


İbrahim Tenekeci

Bazen...


Yıldızları süpürürsün, farkında olmadan, 
Güneş kucağındadır, bilemezsin. 
Bir çocuk gözlerine bakar, arkan dönüktür, 
Ciğerinde kuruludur orkestra, duymazsın. 
Koca bir sevdadır yaşamakta olduğun, anlamazsın. 
Uçar gider, koşsan da tutamazsın...

William Shakespeare

Kuşun kanadını kıran sofî...

Hz. Süleyman zamanında bir kuş, kanadını bir sofînin kırdığından şikâyet ile Hz. Süleyman’a gelmiş. Hz. Süleyman da o kuşun şikâyetçi olduğu sofîyi huzuruna getirtip sormuş:

— Bak, bu kuş senden şikâyetçi. Niye bu kuşun kanadını kırdın?

Sofî cevap vermiş:

— Sultanım, Allah bu mahlûkatı bizim emrimize musahhar kılmıştır. Ben bu kuşu avlamak istedim, önce kaçmadı. Yanına kadar gittim, yine kaçmadı. Ben de bana teslim olacağını düşünerek üzerine atladım. Tam yakalayacakken kaçmaya çalıştı. O esnada da kanadını incittim. Ona kaçması için fırsat verdim, fakat o bekledi. Adeta “Gel beni tut, ne istiyorsan yap,” dedi.

Bunun üzerine Hz. Süleyman kuşa hitaben demiş ki:

— Bak, bu adam da haklı. Sen niye kaçmadın? O sana sinsice yaklaşmamış. Neticede sen hakkını savunabilirdin. Şimdi kolum kanadım kırıldı diye şikâyet ediyorsun.

Kuş, Hz. Süleyman’a şöyle cevap vermiş:

— Efendim, ben onu sofî kıyafetinde gördüğüm için kaçmadım. Avcı olsaydı o zaman hemen kaçardım. Fakat bundan bana zarar gelmez diye öylece bekledim.

Hz. Süleyman bu savunmayı beğenmiş ve kuşu da haklı bulmuş. Kısasın yerine gelmesi için:

— Kuş haklı. Hemen bu sofînin kolunu kırın, diye emretmiş.

Kuş o anda:

— Efendim, böyle yapmayın! diye feryad etmeye başlamış.

— Ne yapayım?

diye sormuş Hz. Süleyman.

— Efendim, bunun kolunu kırarsanız, kolu iyileşince yine aynı şeyi yapmaya kalkar.

Bu söz üzerine Hz. Süleyman:

— Peki, ne yapalım? diye sormuş tekrar.

Kuş bu sefer şöyle cevap vermiş:

— Siz bunu sofî kıyafetinden, libasından sıyırın! Sıyırın ki benim gibi kuşlar aldanmasın!*


(*: M. Fatih Çıtlak, Huzur Defteri, 1. Baskı: Mart 2012, Sufi Kitap, Yayın no: 64)"

(Mehmet A. Songül - Adâlet Tartısı & Mîzân, Türk Düşüncesi Dergisi, 2.sayı, s.30)

Nefsin haccını terk etme!

Nefsin haccını terk etme. 
Kalbin haccını ihmal etme ve ruhun haccını geciktirme. 

Haccın mikatı gönüldür. 
Haccın say'ı dildir. 
Haccın ihramı gözdür. 
Haccın tavafı aşktır...

Şems-i Tebrizi

4 Mayıs 2013 Cumartesi

Evlilik mi, evcilik mi?


Evlilik, Allah’ın ayetlerinden bir ayettir… Bu ayeti düzgün okumak, doğru anlamak, güzel yaşamak durumundayız…

Evlilik bir ülkeye, bir ırka, bir dine, bir medeniyete, bir kültüre, bir çağa ait özel bir kurum değildir… Hatta sadece bu dünyaya has bir uygulama da değildir. Kökleri cennete kadar uzanan, Adem ve Havva’ya dayanan bir gerçekliktir… Ancak bilmek gerekir ki; hayatın en zor işi, en çetin virajı, en ciddi tercihidir…

Evlilik, sığınacağımız sakin bir liman mı, derin bir zindan mı bu süreç içinde kendini gösterir…

Evlilikte sükûtu hayale de uğrayabilir, huzur ve sükûna da erebilirsiniz… Ama çoğunlukla hayallerle hayatın örtüşmediğini görürsünüz… Bildiğim bir şey var; hayat toz-pembe bir şey değil, geleceğin güllük-gülistanlık olacağı da garanti değil… O halde gerçekçi olmak gerekiyor, evlilikten aşırı beklentiye girmemek en doğru olandır…

Kadın, “beyaz atlı prens” rüyâsından uyanmalı, erkek “melek” beklentisinden vazgeçmelidir… Bu konuda fazla beklenti içinde olanları bekleyen akibet; pişmanlık ve perişanlıktır… Masum olmadığımıza göre, melek olamayacağımıza göre, mükemmeliyetçi mahrumlardan olmamak için gerçeğimize dönmemiz lazım…

Ama önce evlilik bizim için nedir?

Bir alışkanlık mı? Arzu mu? Adet mi? Amaç mı? Araç mı? Amel mi? Yoksa bir macera mı? Manevra mı? Murad almak mı?

Evet, evlilik yük müdür, yücelik midir?

Ayak bağı mıdır? Bağımsızlık yolunda atılmış bir adım mıdır?

Bir üstünlük sağlama kavgası mıdır? Diz çöktürme, burnunu sürtme, gününü gösterme operasyonu mudur? Ya da gününü gün etme sevdası mıdır?

Seviyeli, nitelikli bir beraberlik midir? Yoksa acımasız bir barbarlık mıdır? Çileli, hileli, şikeli, şaibeli bir oyun mudur? Anlamlı, tutarlı, kararlı bir disiplin midir?

Birbirine çektirme, kin ve öfke arenası mıdır? Yoksa ulvi bir sefere, anlamlı bir arayışa adanma eylemi midir?

Evet, gerçekten evlenmekle ne yaptık? Zoru mu başardık? Belaya mı çattık? Battık mı? Bahtiyarlığı mı tattık?

İnsanlar neden bu kadar şikâyetçi? Niçin şükretmiyoruz?

“Ah”, “eyvah”, bol evlilikler çoğaldı… “Hamd” ve “sabra” sarılı evlilikler azaldı…

Görünen o ki, evlilikler yoruyor, eşler birbirini yıpratıyor, sonuç hazin bir tükeniş…

Kim ne derse desin gerçekten evlilik zor bir zanaat… Ciddi bir zahmet… Ağır bir külfet…

Gün geliyor, insanlar ya kendilerini veyahut da evliliklerini bitiriyorlar…

Aileler fay hattında… Depremlerin, depresyonların dipten gelen etkisi endişe verici… Artçı şokların ardı-arkası kesilmiyor…

Eşler arası paylaşım yok, çetin pazarlıklar bir türlü bitmiyor…

Birçok evli, evin içinde evsizliği ve yalnızlığı yaşıyor… Ya da kendisi evde, gözü dışarıda… Evliliğin cazibesi, evin çekim gücü gün geçtikçe zayıflıyor… Artık gençler, evlilikten ürküyor, çekiniyor… Evlilik düşünülmüyor, birlikte yaşamanın yolları aranıyor… İşlevsiz izdivaçlar, iğreti ilişkiler ile insanlar oyalanıyor…

Olan-biten nedir? Evlilik midir, evcilik oyunu mudur? Bilemiyorum…

Unutmayalım ki; evlilik bir kumar değil, kendini ve hayatı yeniden kurma eylemidir…

Evlilik, açık bir sözleşmedir… Ve bilelim ki; sadece insan olan evlenir, diğerleri çiftleşir…

İnancımız o ki; evlilikte, evlatta, emvalda, emtiada hepsi birer imtihan konusu, hepsi bize emanet…

Eminliğimizle, adil emirliğimizle, erdemimizle, edebimizle, samimi emeklerimizle biz bu sınavı sürdürebilir ve bu emaneti yüz akı ile taşıyabiliriz…

Çünkü iman ettiğimiz Kur’an diyor ki, mümin erkek ve kadınlar birbirlerinin velileridir… Velayet kanatlarını gerdiğimiz zaman ailenin nasıl bir sığınak, korunak, barınak olduğu anlaşılacaktır… O sıra vahyin şekillendirdiği Rahmani bir okul, rabbani bir disiplin devreye girmiş olacaktır…

Birbirine adanmış ömürler… En büyük nimet ve muhteşem bir devlettir.

Evlilik, eş olmanın çok ötesinde anlamlar taşıyor… Bunu farketmek durumundayız…

“Onlar sizin için bir örtü, siz de onlar için bir örtüsünüz.” (2/187)

Günahlardan koruyucu giysi… İsyana, üryana, hüsrana karşı örtü…

Rasulullah (sav) buyurmuyor mu? “İçinizden evlenmek isteyen evlensin. Zira evlenmek gözleri haramdan daha çok korur ve zinadan daha çok muhafaza eder.”

Kuşkusuz evliliğin ulviyetini, kudsiyetini kimse inkâr edemez… Ama nitelikli bir evlilik yürek ister, emek ister, edep ister…

Evlilik, karşılıklı kabullenmektir, katlanmaktır, birbirini korumaktır, taşımaktır hem de kahretmeden, alanı terk etmeden….

Evlilik, kendini sınırlamak, sınamak ve sorumluluk almaktır…

Evlilik, birbirini paylamak değil, hayatı paylaşmaktır… Birbirini değişime zorlamak değil, anlamak, tamamlamak ve alışmaktır… Pazarlığı bırakalım herkes kendi payına düşen sorumluluğunu kuşansın…

Evliliği ne her şeymiş gibi ne de hiçbir şeymiş gibi göremeyiz…

Peki, biz evliliğe ne yükledik, ne bekliyoruz?

Öncelikle evliliğe “evet” demekle neyi yüklendiğimizin bilincinde miyiz?

Önce alem-i berzahta verdiğimiz ahdü misakta Rabbimize “Kalu bela=evet” demiştik… Bu bizi ilahi teklife muhatap kılmış, kul olmuştuk…

Şimdi nikâhta “evet” demekle eş olduk yeni bir sorumluluk aldık.

Hayatımızın anlam ve akışını belirleyen bu “evet”lerdir… Aslında bu “evet”ler zorlu ve zorunlu birer tercihtir… Neler içerdiğine bakmak mecburiyetindeyiz…

Bunu idrak ve inşa ettiğimiz zaman sadece eşimizle beraberliği gerçekleştirmiş olmayacağız, Allah ile beraber olmaya da hak kazanmış olacağız…

Üçüncüleri Allah olan ikiliyi siz ne sanıyorsunuz? Ne tasa, ne de telaş!.. Allah’a rağmen bir evlilikten hayır umabilir misiniz?

O halde Allah’ın ipine sımsıkı tutunalım ki; evlilik bağı kopmasın…

Sabır ve namazla yardım isteyelim ki, yuvamıza fesat girmesin…

Gerçekten evlilik hayatımız nasıl gidiyor?

Cevabımız; “Elhamdülillah” mı, yoksa “Eyvah” mı?

Yarınlarda “eyvah” dememek için yönelişimiz “yasak ağaçlar”a değil, “tuba”lara olmalıdır… Yoksa sonrası “hubut” olur…

Evet, yüreklerde yeşeren zakkumları sökmeli, tuba tohumları ekmeliyiz… Üstümüze kıyametler kopsa da fidanlar dikmeye davam etmeliyiz…

Şimdi “nebaten hasena=Güzel bir bitki” zamanı… Toprak müsait…

“Kadınlarınız ekeneğinizdir…” (2/223) Peki ne ektiniz?

Fırtına ekerseniz, kasırga biçersiniz… Ekine ve nesle yönelik tehdidin farkında olan bizlere düşen görev öncelikle aileyi kurtarmaktır… Ümmetin ayakta olan son hisarı aile…

“Evlerinizi kıblegâh (karargâh) edininiz.” (Yunus 87)

İslam’ın son diriliş ve direniş kalesi; aile…

Bize besmeleli evlilikler, kıbleli evler, amentülü hayatlar lazım… Ne evsizleşelim, ne de evcilleşelim, sadece evli kalalım…

Kendimize dönelim… Birbirimize dönelim… Evimize dönelim…

Bunun için evlilik terapisine gerek yok… Tedavi için ithal reçetelere de ihtiyaç yok… Sanıyorum evlilikte şu beş kelime ile işi çözeriz…

Sabır…
Sorumluluk…
Sadakat…
Samimiyet…
Sevgi…

İşte size iki dünya saadetine kapı aralayacak 5S şifresi… Artık bunu yaşayarak mı, yoksa bu beş kelimeyi bir kâğıda yazıp muska gibi üzerimizde taşıyarak mı şifa ararız…

Buyurun siz karar verin!

Öyle inanıyorum ki, evliliğin sırrı bu S’lerde… Hatta evliliği cennette sürdürmenin yolu da bu kelimelerde saklı…

Aslında dünya yaşamındaki evliliklerimiz evliliğin provasıdır, evlerimiz ise maket evlerdir…

Gerçek evlilikler, kalıcı konutlar cennette bizi bekliyor…

Evlilikten amaç bunu cennete taşıyabilmektir…

Evlilikte marifet ve keramet, işte budur…


Ramazan Kayan