31 Mayıs 2012 Perşembe

Merhumun Leyla'sını bilen var mı?



Etrafımızda sessiz sedasız yaşayıp birgün sessiz sedasız aramızdan ayrılan insanların iç dünyalarını hiç merak edenleriniz olmuş mudur? İşte onlardan birinin hikayesi:

Telefon rehberini açtı adam. Leyla'yı arayacaktı.

110 Leyla... 112 Leyla... 155 Leyla...

Rehber sonuna kadar Leyla'nın telefonlarıyla doluydu. Bütün numaralar Leyla'ydı.

Parmakları tuşlara uzandı adamın.

Sonra vazgeçti birden.

Evinden çıkınca karşı karşıya geldim adamla.

Selam verdim hürmetle.

Nedense bana huzur veren bir yanı vardı.

"Aleyküm selam Leyla!" dedi.

Bunu duyanlar güldü adamın ardı sıra.

"Mecnun işte!" diye göz kırptılar.

"Leyla'ya kavuşamayınca kafayı yemiş garibim." dedi biri.

"Sahi bunun Leyla'sını bilen var mı yahu!" dedi bir diğeri.

Uzun uzun baktım adamın ardından.

Bir gönül Leyla'ya bu denli tutulduğuna göre Mevla'ya tutulsa ne hale gelir kim bilir, diye düşündüm.

Leyla ile Mevla arasında iki harf vardı oysa.

Harf de ne ki; Leyla'nın her hücresinde Mevla'nın mührü vardı.

Leyla'yı bir tanıyabilse insan, Mevla'yı karşısında bulabilirdi.

Sonra kızdım kendime.

Hoş, oturmuş ahvalinden dolayı adamı kınıyorum!

O hiç olmazsa Mevla'nın bir Leyla'sına âşık olmuş.

Ya senin bu sevgisiz hâline ne demeli!

Mevla’yı tarif ediyorsun ama ne kadar tanıyorsun, iyice bir sor bakayım kendine!

Kınama kuşağında kınanmayasın sonra!

O akşam evinin önünde yine karşılaştım adamla.

Hayırdır nerden böyle, dedim.

Leyla ile halleştik biraz, dedi.

Nasıl oldu, dedim şaşkınlıkla!

Kıyısına varıp dalgalarının sahile vurmasını seyrettim.

Sonra, o gökten yağdı ben rahmetlendim.

Sonra, o ışıdı gökte ben ısındım.

Ne güzel, dedim.

Bu sözü, kendisini anlamadan laf olsun diye söylediğimi düşünüyordu.

Bunu bakışlarından anladım.

Gel şurada bir yorgunluk çayı ısmarlayayım sana, dedim.

Sağol Leyla, dedi.

Neden işin mi var, dedim.

Eve gitmem lazım, dedi, Leyla ile randevum var.

Adamı o sabah evinde ölü buldular.

Bütün mahalleli buruk bir hüzünle koştu camiye.

İmam, musalla taşının önünde helallik istedi.

"Merhumu nasıl bilirdiniz cemaat?" dedi.

"İyi bilirdik!" dendi hep bir ağızdan.

Cemaatten biri mırıldandı.

"İyi bilirdik, iyi bilirdik de Leyla’sını bilemedik bir türlü!" dedi.

"Peki, merhumun Leyla’sını bilen var mı aranızda?" diye sordu imam.

"Ne mümkün?" dedi içlerinden biri, "Ketum adamdı merhum."

"Ah bir bilebilseydik, bir bilebilseydik!" diye iç geçirdi imam.

İki defa daha helallik diledi cemaatten.

Sonra, cemaate bakıp hayıflandı.

"Bakalım o bize hakkını helal etti mi?"

Cemaat, imamın bu sözlerine bir anlam veremedi.

İmam, elindeki kâğıdı kaldırdı.

"Merhumun vasiyetidir."

Herkes pür dikkat kesildi.

Öldüğünde başucunda bulunmuş bu kâğıt. "Ben musallada iken okunsun" diye vasiyet etmiş.

Okuyorum. Bütün cemaat, dünyada hiçbir mirasçısı ve mirası olmayan bu adamın vasiyetini oldukça merak ediyordu.

"Herkes Leyla aradı hayatımda. Dilimden yalnız Leyla'yı duyduğunu zannetti. Oysa hayatımda Mevla'dan başka söz söylemedim ben!"


Alıntı

29 Mayıs 2012 Salı

29 Mayıs 1453 - İstanbul’un fethi




1400 sene önce şöyle buyurmuştu Resûlullah (s.a.v.):

"Kostantîniyye (İstanbul) elbette fetholunacaktır. 
Onu fetheden kumandan ne güzel kumandandır! 
Onu fetheden askerler ne güzel askerlerdir!"

Hadis-i Şerif [Ahmed bin Hanbel, IV, 335; Buhârî, et-Tarihu'l-Kebîr, I (ikinci kisim), 81; et-Târihu's-Sagîr, I, 341; Taberânî, el-Mu'cemu'l-Kebîr, II, 24; Hâkim, Müstedrek IV, 422; Heysemî, Mecmeu'z-Zevâid, VI, 219; bk. Hadislerle Gerçekler, c. 2; s. 251-254)]

Bugün 29 Mayıs 2012, İstanbul’un fethinin 559. senesi. 
Dünya kentini bizlere miras bırakan başta Fatih Sultan Mehmet Hazretleri 
olmak üzere tüm ecdadımızı rahmet ve minnetle anıyoruz. 
Onlara yapılacak en güzel şey ruhlarına bir fatiha okumaktır. 
ALLAH rızası için el-Fatiha...


22 Mayıs 2012 Salı

Hoş geldin “Üç aylar”


Bugün Recep Ayı’nın ilk günü. Mukaddes "üç aylar"a giriyoruz. Havada yağmur kokusu var. İnşirah suresi yağıyor göklerden. Alçakgönüllülüğün, merhametin, barışmanın zamanı... İbreler, affı işaret ediyor, saatler sekinet için çalıyor... Sekinet; dirayet genişlemesi, kalbin açılıp yükselmesi, teskin olması demek... Kalblerimizin odaları çoğalacak, kandillerini yakacağız iç aydınlığımızın.

Zaman, ihrama giriyor.
Zaman, tövbe elbisesini giyiniyor.
Zaman, kendini yavaşlatıp, hafifletiyor. 
Zaman parmak uçlarında, usul usul yürüyor.
Zaman, içine bakıyor, gözlerini önüne eğdi, kalbini arıyor.
Zaman, ihrama giriyor.

İhram: Hatırlama ve hatırlatma. Saatleri, kalp uyanışına göre kurma.
İhram: Aklımdasın! Aklındayım! Aklında!
İhram: Unutmadım! Unutmadın! Unutma!

Seslerin kısılıp, rikkatin arttığı, bakışların dışarıdan içeri eğildiği, nefsin ve şehvetin binitlerinden ineceğimiz, kendimize dönüp bakacağımız, daha çok tövbe, daha çok iyilik kararı vereceğimiz zamanların kapısı açıldı bugün...

Bugün Recep Bir... Üç aylara girdik, barışın kapısından içeri...

Fukara evlerinin havasını güzelleştirecek bir dokunuştur bu... Yetimlerin sessizce ve uzaktan, dizlerinin üzerine uslu uslu oturmuş, yere bakarken çağrılmayı da için için bekledikleri sofralar ... Çilekler, kirazlar, fırından az evvel çıkmış taze ekmek kokuları, buyurunuz, yetim çocuklar için de buyurunuz...

Hasta kapılarında tıkırtılar. Bugün çok iyi gözüküyorsunuz, bakın size çimen kolonyası getirdim, inş en kısa zamanda sağlık sıhhate kavuşursunuz, keşke iyileştiğinizde sizi götürebileceğim bir çayır kalmış olabilseydi şu koca şehirde... Ama bakın size bir de begonya getirdim, çok şey beklemez hayattan, biraz su, biraz maş o kadarcık... Yine gelirim, Allah’a ısmarladık...

Ve anlayış... Yapayalnız, çoğu kez emekli ve asabi komşuların, apartmanlarda sağlamaya çalıştığı tüm nizami kriterlerin, aslında yolu gözlenip gözlenip de bir türlü çıkagelmeyen torunlardan beslendiğine dair bir anlayış. Saçlarını özenle taradığınız çocuklarınızın ellerinden tutarak, müsaitseniz bu akşam bir çay içmeye gelmek isteriz deyiş... Bir kutu lokum, eski bir dergi veya çoktan tarihe karışmış bir taş plaktan çıkarak, demirden ve pas tutmuş, asla açılmaz zannettiğiniz o ihtiyar kalplere bir anahtar sarkıtmak... Bir anahtar. Bir hatırlama. Bir soru. Kendini hayatta ve hayata faydalı biri olarak yeniden hissetmeye dair...

Bir mektup... Eski bir arkadaşa, uzak bir şehre, el ile yazılmış; nasılsın, özledim diye başlayan...

Bir taziye... Pabuçlarınızı kapının dışında çıkarttığınız, sade bir örtü, sade bir kılıkla sessizce ve çok konuşmadan, ettehiyatü, ayetel kürsi belki, ama muhakkak temiz, tertemiz ve Allah’a dair, kadere dair, ruhun sonsuzluğuna ve hepimizin gidiciliğine dair bir iki dua, bir çift yüksek söz...

Bir affediş... Kim bilir kaç yıldır yüzüne kapınızı özenle kapattığınız birini... İnsanız nihayet, kim bilir hangi şartlarda öyle yaptıydı, öyle dediydi, insanız nihayet, hatasız kul olur mu diyerek zamanın iyileştirici nehrinde yıkayarak kabullenmek. Su, kir tutmaz derler. Hüznü, suda yıkamak, derdini suya emanet etmek, hicranı küçük kapıdan alıp Büyük Kapı’daki asli Sahibine teslim etmek...

Bir mahcubiyet... Beni affet deyiş, içten bir sesle... Beni de affet ne olur deyiş... Çok güçsüz ve aceleciyim, unutkanım, verdiğim sözden çabuk yorulup usanan bir acizim. Ama ne olur tüm bu eksik gediğime rağmen, beni de affet ve beni bana bırakma deyiş...

Bir sadaka. 
Yetime, fukaraya, yolcuya, talebeye, garibe, kurda kuşa dahi bir sadaka...
Bir namaz. Bir karar veriş. Bir selam. Bir Tekbir. Bir tövbe.
Bir cüz Kur’an okuyuş. Bak ne diyor Yaradan? 
Bir okuma, bir güzellik, bir doğrulma...
Bir selavat. Özleyiş. Selam. İmdat. Şefaat Ya Resul!
Bugün Recep 1...
Dünya gemisinde yepyeni bir rota. 
Uyanış, kalkış ve farkediş olsun. Hepimiz için...
Bismillah!

Sibel Eraslan


7 Mayıs 2012 Pazartesi

Bir tevekkül iliştir kalbime ey Rabbim



Bir tevekkül iliştir kalbime ey Rabbim!
Ilık bahar rüzgârları gibi ferahlatsın yaralarımı. Sürüklesin sonbaharı, eylülü hatta hüznü bile. Ben ikindi vaktinin yorgun tutsağıyım. Uzayan gölgemle birlikte kısalan ömrüm, kızıllaşan gökyüzüne dalmış sönük gözlerim var. Muhtaçlığımı, acizliğimi katıp duama bir tutam tevekkül istiyorum Rabbim; bakışlarıma, yitiklerime, kaybedişlerime. Bir tevekkül istiyorum Rabbim; gözlerimin kapandığı yer umut, açıldığı yer Allahu Ekber!
Bir tevekkül iliştir kalbime ey Rabbim!
Suskunluğumun adı olsun. Ayaza çekmiş gecelerimin sızılarını sustursun önce. Dindirsin bütün hesaplarımı, kavgalarımı, anlamsız gürültülerimi. Sakin ve suskun bir teslimiyette bulayım âlemin huzurunu. Biliyorum, sessizlik gecenin üzerinde bir yük değildir sadece. Her kalem kâğıtlara önce sessizliği yazar ve her sessizlik önce aşka bular kendini. Meryem suskunluğuna bulanmış aşk-ı tevekkül istiyorum senden ey Rabbim. Yalnızca senden ve yalnızca senin aşkını istiyorum. Bir inşirah, bir genişlik, bir tevekkül… Kalemimin ilk hecesi sükût, son hecesi Nûn…
Bir tevekkül iliştir kalbime ey Rabbim!
Tebessümler bıraksın yüzümde. Baharı bekleyen tohumlarım filizlensin kalbimin otağında. Ufak bir çocuk saflığıyla bürünsün duam ellerime. Gözyaşlarım beklediğim muştularımı beslesin. Bir tevekkül bahşet ey Rabbim gönlüme, duama, sabrıma. Yeni bir dirilişi müjdeleyen bir bahar örülsün hayatıma. Gözyaşlarımın dilini bilen sensin, tut kelimelerimin niyazını, tut ellerimi, tut beni ey Rabbim ve bir tevekkül kondur yüreğime…
Bir tevekkül iliştir kalbime ey Rabbim!
Armağanım olsun. Yağmur damlası gibi usulca ıslatsın çatlamış ruhumu. Bütün dayanaklarımı ve bütün tutamaklarımı bırakıp ardımda senin sağlam ipine sarılayım sımsıkı. Seni bulayım hep aramaklarımda. Titresin kalbim ismini her duyduğumda. Şah damarı yakınlığında değsin alnım secdeye. Atmasına izin verdiğin kalbim senin aşkınla atsın. Senin isminle başlasın başlamaklarım. Ben aceleye meyyal gönlümle hicretini tamamlayamayan bir muhacirim. Ellerim boş, boynum düşük, dizlerim titrek.
Bir tevekkül istiyorum Rabbim; sana giden yollarımı açan, yüreğime bir fetih, hasretlerime bir vuslat… Fazlından bir tevekkül istiyorum ey Rabbim beni sana bağlayan, yalnız sana, sadece sana. La ilahe illallah.

ALINTI

Dört sual



Rivayete göre, bir adam Hz Ali’ye gelerek; Sana sormak istediğim dört sualim var demiş:

- Vacip nedir? Vacipten evvel vacip nedir?
- Yakın nedir? Yakınden yakın nedir?
- Acayip nedir? Acayipten daha acayip nedir?
- Zor nedir? Zordan daha zor nedir?

Hz. Ali cevaben:
- Tövbe etmek vaciptir, günahları terk ise ondan evvel vaciptir
- Kıyamet yakındır, ölüm ondan daha yakındır
- Dünya acayiptir, dünyayı sevmek ise ondan daha acayiptir
- Kabir zordur, azıksız, amelsiz kabre girmek ondan daha zordur, buyurmuştur.


4 Mayıs 2012 Cuma

Ya Bakî


Hayatta strese karşı ilaç olarak Osmanlı’nın düstûr edindiği 5 esas şunlardır:

1- Er-rızku al’allah: Rızkı veren Allah’tır. Başkasının önünde eğilme.
2- Tevekkeltü al’allah: Allah’a dayan.
3- Ya Nasip: Canını sıkma eğer nasipse olur.
4- Ya Sabır: Sabretmeyi bil, vaktinden önce bahar gelmez.
5- Bu da geçer ya hû: Unutma!

Zenginlik de fakirlik de, hastalık da sağlık da, mutluluk da, başarı da başarısızlık da..
Hepsi geçicidir. Hatta hayat bile…

Bakî olan Allah’tır...

ALINTI

Tebdil-i mekan


Sevgili Dost;

Bildiği şehirlerden bilmediği şehirlere, bildiği yüzlerden bilmediği yüzlere sığınmayı aklından geçirmemiş kaç insan vardır? Garların, terminallerin ve limanların dev mıknatıslara dönüştüğü saatlerde bedenlerini kaptırmayanlar, ruhlarının bir otobüs koltuğuna, bir gemi çapasına, bir lokomatif tekerleğine yapışmasını önleyebilmişler midir?


"Başımı alıp gitmek istiyorum" cümlesi kimbilir hayatımızın kaç kilidini kurcalamış, açayım derken kaç yeni kapı örtmüştür üstümüze. Arkaya bakmamayı başarabilenler, acaba gittikleri yere başlarını götürmeyi başarabilmişler midir?

"Tebdil-i mekanda ferahlık vardır" diyenler, aslında "tebdil-i kan"ı mı kasdetmişlerdir?
...

A. Ali Ural - Posta Kutusundaki Mızıka