25 Haziran 2012 Pazartesi

Umut



Pers sultanı iki adamı ölüme mahkum etmişti. Sultanın atını ne kadar sevdiğini bilen adamlardan bir tanesi hayatını bağışlarsa, bir yıl içinde ata uçmayı öğretebileceğini söyledi. Kendini dünyadaki tek uçan ata binerken hayal eden sultan bunu kabul etti.

Diğer adam inanmayan gözlerle arkadaşına baktı: 
"Atların uçamadığını biliyorsun. Nasıl olup da böyle delice bir fikirle çıkabildin ortaya? Yalnızca kaçınılmazı geciktiriyorsun o kadar."

"Pek değil" dedi birinci mahkum. "Kendime dört özgürlük şansı veriyorum:
Birincisi; sultan bu yıl ölebilir. İkincisi; ben ölebilirim. Üçüncüsü; at ölebilir. 
Ve dördüncüsü... belki ata uçmayı öğretebilirim..."

ALINTI


Umutlariniz hiç tükenmesin insALLAH…

22 Haziran 2012 Cuma

Defterin Anlattıkları



Her defterin bir ömrü olduğu gibi her ömrün de bir defteri vardır ve yürüdükçe sayfalarını silinmez yazılarla doldururuz bu defterin. Aldığımız nefes kadar satır, yaşadığımız yıl kadar sayfa bırakırız ardımızda.

Sayfaları nasıl doldurulmuş olursa olsun, her defter iki kapak arasına gizlenmiş bir dünyadır. Bitirilmiş bir defterin kapağını aralamak, çoğu zaman yaşadığımız dünyadan farklı zamanlara, mekanlara doğru çıkılacak bir yolculuğa ilk adımı atmak gibidir.

Sayfaları arasında bambaşka hayatların kokusunu saklasalar da, bitmiş her defterin bakışlarında aynı mutluluk gizlidir. Zira her defter, sayfalarının karardığı kadar sahibinin kalbinde yer tuttuğunu bilir.

Tanıştıktan sonra bir daha asla yokluğunu düşünemediğimiz kadim dostlar gibidir defterler. Anlatırız, dinlerler; paylaşırız, saklarlar. Tüm sayfaları dolduğunda kâğıttan bir dünya, bir hayat, artık bize ait bir parça olarak hayatlarını devam ettirirler. Defterlerimizin, yazılarımızın biçimi bizi, hayat tarzımızı ele verir. Tıpkı diğer dostlar gibi defterlerimiz de aynamızdır. Sayfalar boyunca kendi yüzümüzü, kalbimizin sırlarını seyrederiz.

Kimi defterler yıllar önce yaptığımız hataları yüzümüze vurmaktan yahut yaşadığımız mutlulukları tekrar yaşatmaktan gizli bir sevinç duyarlar. Çünkü yalnız bunun için var olduklarına inanırlar. Kuru gül yaprakları dökülür kiminin arasından, kiminin arasında gözyaşları saklıdır.

Sahipleri gibi defterlerin de hastalananı, ihtiyarlayanı hatta can çekişenleri vardır. Kimi bir sandık köşesinde unutulur yıllar yılı, kimi eski eşyalar arasında karanlık çatılarda, kimi küflü bodrumlarda… Kiminin okunmaktan yıpranır sayfaları, kimi muskalar gibi saklanır yastık altlarında.

. . .

Yalnızca günlükler, hatıra yahut şiir defterleri değil; öğrencilik yıllarında çantamızda taşımak zorunda kaldığımız kimi kareli kimi çizgili, bilmem kaç formalı, ön kapağında güzel resimler arka kapağında haftalık ders programı ve çarpım tablosu bulunan okul defterlerimize dahi kendimizden bir şeyler katmışızdır farkına varmadan. Kiminin kenarlarına çiçek, desen çizmişizdir, kiminin ilk sayfalarını güzel sözlerle, mısralarla doldurmuşuzdur.

İlk günler temiz çamaşırlar gibi kokan kim bilir kaç deftere zamanla evimizin, sınıfımızın, çantamızın kokusu sinmiştir. Kurşun kalemlerin, karalayan silgilerin birkaç ayda ihtiyarlattığı defterlerin, üzerindeki etikette isim yazmasa dahi, kıvrılan kenarlarından, gevşeyen dikiş yerlerinden ve eksik sayfalarından bilmişizdir kime ait olduğunu.

Eğer annenizin halen üzerine titrediği bir çeyiz sandığı varsa, mutlaka o sandığın kuytu bir köşesinde babanızın gençlik, askerlik yıllarında tuttuğu küçücük bir defter saklıdır. İçinde Karacaoğlan, Sümmanî, Emrah türküleri bulunan… Üzerinden yıllar geçse de soğumaz o mısraların, sağa yatık iri harfli yazıların sıcaklığı.

Yalnızca türküler bulunmaz elbet babaların eski defterlerinde; zira defter aklın en emin limanıdır onlar için. Bu yüzden arandığında bulunamayan, kaybolan her defter kısmî bir hafıza kaybı yaşatır sahibine.

Şayet evinizin tenha bir köşesinde bu türden bir defter keşfettinizse, otuz yıl önce mevsimin ilk karının ne zaman yağdığını,  kardeşinizin, sizin tam olarak hangi gün dünyaya geldiğini, annenizin kaç gün hastanede yattığını, babaannenizin, dedenizin hangi tarihte dünyadan göçtüğünü, yürümeye başladığınız yahut ilk kez oruç tuttuğunuz günü, garip ilaç isimlerini, beş haneli telefon numaralarını, alınan verilen borçların miktarını, hâsılı ailenize ait tüm sevinçleri, hüzünleri bulabilirsiniz onun sayfalarında.

. . .

Gönle, saatlere, takvimlere sığmayan sevdalar, hasretler, acılar için birkaç sayfa yeterlidir bazen. Bir ömrün sığdığı da olur bir deftere, bir günün sığdığı da… Hayatı başka bir dünyaya, başka bir dünyayı hayata taşır durur yazılan, okunan her cümle, her sayfa.

Ha masa üzerine sayfaları açık bırakılmış yarım bir defter, ha uçmaktan yorgun düşen kanatlarını iki yana yaymış beyaz bir güvercin… İkisi de umut, sevda, hasret taşır kanatlarında. İkisinin de kanatları başka iklimlerin, uzak diyarların, zamanların kokusunu taşımaktan bitkin düşmüştür.

Bazı boş defterlerin sayfalarında dolaşmak ayak değmemiş bir adayı uzaktan seyretmek gibi huzur verir. Aydınlık gökyüzüne, kış günü vurmuş karlı dağlara benzer onların yüzü. Yıllarca boş kalır sayfaları, ne yazacağınıza bir türlü karar veremezsiniz. Mürekkep tedirgindir, kalem sayfaları incitmekten çekinir yazmaya başladığınızda.

. . .

Dosta, arkadaşa verilecek en anlamlı hediyedir çoğu zaman boş bir defter.

Her kitap şüphesiz başlangıçta yalnızca boş bir defterden ibarettir. Boş sayfalar yeni kapılar gibi açılır ebediyete ve kendisini yazanı, kanatlı masal atlarıyla bazen hayal denizinin kıyılarında koşturur, bazen düşünce ırmağının akıntısında sürükler.

Eksik yanımızı, insan yanımızı, unutan, hatırlamak isteyen yanımızı defterlerle yamar, tamamlarız. Zihnimizin kalabalığını ya da gönlümüzün aydınlığını ancak sayfalar, defterler taşır. Bu ağırlık yüzündendir buruşan, yıpranan sayfaları defterlerin.

Dünyanın bittiği yerde bekler bizi defterlerin sayfaları. Bütün yolların duvar diplerinde, uçurumlarda düğümlendiği yerde tüm aşina yüzlerin, zamanın ve mekânın dışına kalem anahtarıyla açılan efsunlu bir kapıdır o.

Her defterin bir ömrü olduğu gibi her ömrün de bir defteri vardır ve yürüdükçe sayfalarını silinmez yazılarla doldururuz bu defterin. Aldığımız nefes kadar satır, yaşadığımız yıl kadar sayfa bırakırız ardımızda. Kimimiz defterinin kenarına süsler çizer, resimler yapar. Kimimiz kuş yapar uçurur tertemiz sayfaları. Bazıları her sayfaya bir mektup yazar ve esen rüzgârlarla gönderir zamanın mekânın uzağına. Bazıları önündeki sayfadan sürekli gemiler yapar,  yüzdürür hayal denizinde.

Yazarken farkında olmasak da yanlış kelimelerin, karalanmış satırların, kaybedilmiş sayfaların telafisi mümkün değildir. Zira ömür defteri temize çekilmez.

Hüseyin Kaya

21 Haziran 2012 Perşembe

Hizmete niyet



Belki bir gülümsemeyle başlar, hizmetin yolculuğu, kim bilir…

Kapısını çarpıp çıkmış gönlü kırık bir rûha rüzgar olur; nefes olur, yüzüne dokunur o tebessüm…

Bir adres sorana verilen saygılı bir cevaptır belki de, gönle işlenir gidilecek yer böylece… Zannederiz ki, Allâh’ın yolunda hizmetin çeşitleri bellidir ve zannederiz ki, hizmet yolunda kariyer gerekir. Unutur gideriz, fark etmeyiz, bir annenin diplomasız pişirdiği yemektir hizmet… Bir babanın evine ekmek götürme arzusudur kalbindeki… Evlâdın attığı adımdır okula giden, çözdüğü sorudur hizmet… Zaman gelir, her biri yerini bulur elbet… Rabbiyle şah damarından daha yakın bir muhabbete benzer bu kapının yürekteki varlığı… Ağza atılan lokma, niyetine göre değişir zevk ü sefâ da olur, cevr u cefâ da… Gönle düşen o sihirli kelime var ya, işte odur hayata kalite getiren… “Niyettir” bizi vardığımız yerde bekleyen…

Bazen bir belgesel izlenirken duyulan şaşkınlıktır hizmet… Ardından O Yüce Yaratıcı’nın idrâk ötesi mükemmelliğini keşfetmek… Çünkü an gelir, o şaşkınlık, cümle olur, başka kulaklardan içeri girer, zihinlere oturur. Ve hizmet, Yüce Yaratıcı’nın yeryüzündeki imzalarının dillendirilmesiyle mânâ kazanır, bereket olur.

Sevmektir hizmet… Rabbin yarattığı muhabbeti çoğaltmaktır ve çoğalmasına vesile olmaktır. Çünkü sevmek fedakârlık, sevmek duâ, sevmek candır… Sevilene emektir, sevene rahmettir. İçine işleyen sıcaklıkla üşütmemektir kimseyi, kollamaktır dışarıda kalmış kimsesizleri… Sevdiğinin hizmetini kendi yoluna eklemek ve bereketlendirmektir dünyayı…

Hizmet bir zincirdir, başlatan da kazanır, sona eklenen de… Ve hayat, Muhabbetin Sahibi’ne karşı hizmete dönüşür, nihayet iki dünya şenlenir…

Bir kusuru örtmektir, bir yanlışı affetmek, tahammülü zor olana sabretmektir hizmet… Göze çarpan hatayı gönlünle silmek, dilinle yok etmektir. Dosta-düşmana muhabbetin perdesini açmak, soğuk bir kalbi yeniden ısıtmaktır. Tanımadığın bir mezarlıktan geçerken okuduğun bir Fâtiha’dır, bir rûhun damlattığı gözyaşını silen, iki kelimelik cümledir hizmet… Bir sofraya alınan ekmek, bir fakire verilen bozuk paradır cepteki…

Ama biz fark etmeyiz, önümüzdeki bir niyet ile güzelleşecek, hizmete dönecek sadelikleri… Büyütürüz gözümüzde atılacak adımları, külfetle başbaşa bırakırız onları… İsimler takarız, bahanelerini hazırlar, tembelliğimize kılıf ararız. Kurulacak bir cümle, yüreğe kabul olmuş bir ruh, yüzdeki minik bir tebessümün mânâsını değiştirmedikçe niyetimizle, iflah olamayız; ne bugünümüzde, ne geleceğimizde…

Artık bilmeliyiz, zahmet değil, zorluk değil, niyet ile kendi kendine çoğalan güzelliktir hizmet… Ve bekler… Sadeliklerden doğan, bütün gönüllerden âhirete azık olmaya adanan yola çıkmayı ister… Bekler..

Fatma Aladağ

19 Haziran 2012 Salı

Özgürlüğün resmi




Babası İspanya'nın en ağır siyasi cezalarının verildiği bir hapishanede mahkumdu küçük kızın. Fırsat bulduğu her hafta sonu babasını ziyaret için annesiyle birlikte hapishaneye giderdi.

Yine bir ziyarete giderken babası için çizdiği resmi yanında götürdü ancak hapishane kurallarına göre özgürlüğü çağrıştıran her türlü şeyin mahkumlara verilmesi yasaktı.

Bu sebeple kağıda çizdiği kuş resmini kabul etmemişler ve oracıkta yırtmışlardı...

Çok üzülmüştü küçük kız. Babasına söyledi bunu, o da "üzülme kızım, yine çizersin; bu sefer çizdiklerine dikkat edersin olur mu?" dedi.

Küçük kız diğer ziyaretinde babasına yeni bir resim çizip götürdü. Bu sefer kuş yerine bir ağaç ve üzerine siyah minik benekler çizmişti.

Babası keyifle resme baktı ve sordu:

"Hmmm! Ne güzel bir ağaç bu! Üzerindeki benekler ne? Portakal mı?"

Küçük kız babasına eğilerek, sessizce şöyle dedi :

"Hşşşşt! O benekler ağacın içinde saklanan kuşların gözleri..."


 ALINTI 

16 Haziran 2012 Cumartesi

Miraç Kandili'niz mübarek olsun


Yağmurun toprağa hayat verdiği gibi dualarında hayat bulacağı 
bu gecede dua bahçesinde yeşeren bir fidan olmak dileğiyle... 

Bu mübarek gece hepimiz ve bütün İslâm alemi için 
hayırlara vesile olur inşAllah...

Selam ve dualarımla...

4 Haziran 2012 Pazartesi

Mutlu olmanın sırrı



Mutlu olmanın sırrını Peygamber Efendimiz'den öğren de, 
Allah sana ne verirse ona razı ol! 
Başına gelen derde, belaya razı olur da, ses çıkarmazsan,
o anda hemen sana cennet kapısı açılır.
Eğer gam elçisi sana gelirse, tanıdık bir dost gibi karşıla, onu kucakla. 
Zaten o sana yabancı değildir, onunla aşinalığın vardır. 
Sevgiliden gelen cefaya karşı sakın suratını asma, 
onu neşe ile karşıla, merhaba, hoş geldin de...

(Mevlâna Celaleddin Rûmî)

Gizlenen müjde ve mutluluk



Hiç kimse kendisi için gizlenen müjde ve mutluluğu bilemez. 

Secde suresi, 17