15 Kasım 2012 Perşembe

Bir hüzün, bir de Filistinli çocuk…

Ben, Filistinli çocuk..
İnsanların gülmeyi unuttuğu,
sevinçlerin gömüldüğü yerden yazıyorum..
İçimdekileri kalem taşıyamaz, kırılır gider;
gözlerimi kapatıp da yazıyorum…


Ben, Filistinli çocuk..
Bakışlarımda özgürlük nidası,
adımda direniş rayihası...

Bitmez bir burukluk biçimindeyim.. 
Acı benim değil; ben acının içindeyim…
Bir çocuk çığlığı düşer uykunun en rüyalı yanına..
Açılır gözlerimiz karanlık sokakların en soğuğuna…
 İçim hüzün, dışım hüzün… Gözlerim, yüzüm hüzün…
Söyler misiniz, hangi çocuğun yüzüne yakışırdı ki hüzün?


 Ben, Filistin’de annesinin kucağında mütebessim çehresiyle uyuyan bir bebeğin,
bomba sesleriyle irkilip ağlamasını betimlemiş hazin bir tabloyum…
Kanla kirletilmiş hayallerin, kurşun yemiş heyecanların sahibi benim..
Bir çıkış noktası arıyorum, dört yanım keder..
Toplasam cümle ömrümü, ancak bir Ah’ım eder..


Neden ölüm kokar bu karanlık..?
Ve neden öz yurdumda eğreti bu gündüzler..?

Bir kabir miktarı toprak parçam olsa kâfi bana…
Orada oynar, orada ölürdüm…
Ne hayallerimle sizi rahatsız eder, ne de çığlıklarımı üflerdim kulaklarınıza…
Lale soğanları gömerdim toprağın yüreğine.. Sevgiyle…
Ekmeğimden bir parça koparıp yerken, kuşları izlerdim.. Sevinçle…
Biliyor musunuz, ellerimizin ekmek tutan yanıydı taşlar.
Semadan indirdiğim ellerimi bir taşa uzattım..
Öyle sıkı tuttum ki.. Bedenim taş kesildi, taş oldu..
Taşa verdim kalbimi, taş, ben oldu.. Öfkem boşaldı taşa doldu…
Derin bir nefes sonrasında ‘A L L A H’ dedim
ve kendimden bir parçayı savurdum balçık yutmuş vicdanlara..!

Ah… Taşların suretine gizlenmiş gözlerimizi görebilseydiniz
kalbiniz titrer, soluğunuz kesilirdi…


Taş taşıdım, katran vicdanların sa/vurdum beline…
Taş taşıdım, şu insanlığın yıkık temeline!
Taş taşıdım bunca zaman, yüküm ağırdı..
Sayfalar “gel” dedi, kalem çağırdı…
Bu, kırıp attığım kaçıncı kalem.. Bilmem..
Üç noktaya sığar mı dersiniz hüznümüz?

Kadim Dolunay

1 yorum: