31 Temmuz 2012 Salı

Sevmek...


Sevmek; Rabb'imin olduğu bir kalpte, yer isteyebilmektir.

Mehmet Kayaokay

Sükûtun faydası




Eğer susarsan konuşman daha aydınlık olur.
Çünkü sükûtta hem sessizliğin ışığı, hem de konuşmanın faydası gizlidir.

Şems-i Tebrizi

Acaba 'insan' denince hatırlanıyor muyuz?



Bu sabah kuş sesleriyle uyandım.
Ne güzel değil mi? Hayır, güzel değil!

Açık penceremden ok gibi dalıp yastığıma saplanan karga sesleriydi. Kuş sesleri dediğimde aklına asla karganın gelmediğini biliyorum. Bu, karganın da bir kuş türü olduğunu bilmeyişinden değil, karganın türünün en önemli özelliği olan güzel bir ötüşten mahrum oluşundan elbette.

Yüzümü yıkarken, acaba diyordum;
acaba türümüzün en önemli özelliklerini taşıyor muyuz?
Hareketlerimiz ve sözlerimiz nerelere saplanıyor?
Acaba 'insan' denince hatırlanıyor muyuz?!

Ali Ural

Duaların kabul olsun ister misin?



"Duaların kabul olsun ister misin?"
"İsterim" deyiverdim.

Bilgece bir hoşnutlukla nasihati ilikledi:
"Öyleyse, başkaları için dua et."

Murat Menteş

Göç zamanı



İçimizden herkesin bir göç zamanı var;
Şu an içimizden birisi, anons edilen ölümüyle, 
kendi uyarı sırasını savmakta!..

Kovulmuşların Evi / Ali Ayçil

Rabb'in sana ne darıldı, ne de bıraktı...



Rabb'in sana ne darıldı, ne de seni bıraktı...

Duhâ / 3

30 Temmuz 2012 Pazartesi

Biz "Ney"iz



"Aşk kime benzer" dedi...
"Aşk bir neyzene benzer" dedim...
"Aşk bir neyzene benzerse biz neyiz?" dedi...
"Evet" dedim "Çok doğru"...
Aşk bir neyzene benzerse, biz "Ney"iz...

Hz. Mevlâna

29 Temmuz 2012 Pazar

Dar geçitler ardında nice cennet bahçeleri var



Başına ne gelirse gelsin, karamsarlığa kapılma.
Bütün kapılar kapansa bile sonunda.
"O" (celle celaluhu) kimsenin bilmediği patikalar açar.
Sen şu an göremesen de, dar geçitler ardında nice cennet bahçeleri vardır.
Şükret! İstediğini elde edince şükretmek kolaydır.
Sufi dilediği gerçekleşmediğinde de şükredebilendir.

Tebrizli Şems

28 Temmuz 2012 Cumartesi

Çaya dair



Çay dediğimizin usulü üçtür… 
Çay; üç şeyde yapılır; ateş, semaver, demlik. 
Üç şeyde ikram edilir; çay tepsisi, çay tabağı, çay bardağı. 
Çayın birçok dilde karşılığı üç harftir! Bir de çay, 'üç'ün olduğu yerde içilir!
Bir sen, bir seni yaradan, bir de seni seven...

ALINTI

Gönül ki...



Gönül ki divâne oldu, dimağa ismin düştü..!
Dimağ ki perişan oldu, dile "sükut" düştü..!
Dil ki lâl oldu, kalbe "har" düştü..!
Kalp ki durdu, gönle "yar" düştü..!
Yar'dan başkası için göze gölge düştü..!

ALINTI

Misafirsin bu hanede



Misafirsin bu hanede ey gönül
Umduğunla değil, bulduğunla gül
Hane sahibi ne derse o olur
Ne kimseye sitem eyle, ne de üzül.

| Hz. Mevlâna

27 Temmuz 2012 Cuma

Allah bizim orucumuzu kabul eder mi?



Suudi Arabistan'ın Müftüsü, Somali'den bir soru aldığında göz yaşlarını tutamadı.

Ona Somalili adamın sorduğu soru şuydu:

"Biz ne iftar ne de sahur yapıyoruz. 
Allah bizim orucumuzu kabul eder mi?"

ALINTI

24 Temmuz 2012 Salı

Dünya ve ahiretini süslemek için



İmam-ı Azam hazretlerinin bir talebesine yaptığı vasiyetlerden 
bazıları şöyledir:


Konuşurken yüksek sesle konuşma. Hiçbir işinde acele etme, teenni ile hareket et. Acele şeytandır.
[Hadis-i şerifte, (Teenni eden isabet eder, acele eden hata eder) buyuruldu. Teenni, acele etmemektir.]

Susmayı âdet edin.
[Hadis-i şerifte, (Susmak, hikmettir; fakat susan azdır) buyuruldu.]

Her ayda birkaç gün oruç tut.
[Hadis-i şerifte, (Her ay 3 gün oruç tutan, yılın tamamında oruç tutmuş gibi olur) buyuruldu.]

Nefsini hesaba çek, ilmi muhafaza et. Böylece amelinden iki cihanda faydalan.
[Hadis-i şerifte, (Akıllı, nefsini hesaba çeken ve ölümden sonrası için amel edendir) buyuruldu.]

Dünya nimetine ve sağlığına güvenme.
[Hadis-i şerifte, (İhtiyarlıktan önce gençliğin, hastalıktan önce sağlığın, meşguliyetten önce boş vaktin, fakirlikten önce zenginliğin, ölümden önce hayatın kıymetini bil) buyuruldu.]

Bu nimetlerin hepsinden sorguya çekileceksin.
[Hadis-i şerifte, (Kıyamette, herkes ömrünü nerede geçirdiğinden, malını nereden kazanıp, nereye harcadığından ve ilmi ile amel edip, etmediğinden sorulacaktır) buyuruldu.]

Kötü kimseyi; kötülüğü ile anma, bir iyiliğini bul, onu söyle. Eğer kötülüğü din hakkında ise, bidat ise onu insanlara söyle ve ona uymaktan onları koru.
[Hadis-i şerifte, (Bid'atler yayılınca, ilmi olan bunu herkese bildirsin, bildirmezse, Kur'an-ı kerimi gizlemiş sayılır) buyuruldu.]

Sakın ölümü hatırından çıkarma.
[Hadis-i şerifte, (Ölümü çok hatırlayanın kalbi ihya olur, ölümü de kolaylaşır) buyuruldu.

Kuran-ı kerim okumaya devam et.
[Hadis-i şerifte, (Kur'an okunan evin hayrı artar, melekler oraya toplanır, şeytanlar oradan uzaklaşır. Kur'an okunmayan ev, içindekilere dar gelir, sıkıntı verir, bereketsiz olur. Bu evden melekler çıkar, şeytanlar girer) buyuruldu.]

Bidat ehlinden uzak dur.
[Hadis-i şerifte, (Bidat ehlinin cenazelerine gitme, onlarla birlikte namaz kılma. Ben onlardan değilim) buyuruldu.]

Küfür ehli ile zaruretsiz konuşma, mümkünse onları İslama davet et, değilse, onlarla dost olma [diyaloga girme]. Anneni, babanı, üstadını hayır duadan unutma. Ezan okununca, hazır ol, herkesten önce mescide gel. Kabirleri ziyaret et.

Komşudan gördüğün ayıpları, emanet bil; sakla, kimsenin sırrını kimseye söyleme. Seninle istişare edene doğruyu söyle. Cimrilikten sakın. Tamahkâr olan mürüvvetsiz olur. Her işte mürüvveti gözet. İhtiyacın olsa da, kimseden bir şey isteme. Dünya ehline rağbet etme.

Yolda giderken sağına soluna bakma, önüne bak. Bahşiş verilen yerlerde herkesten daha çok ver. Bir cemaat içinde iken, onlar teklif etmeden imam olma. Kadınların, kızların, gençlerin toplandıkları yerlere gitme. Fısk, çalgı, müzik ve diğer haram bulunan eğlence yerlerine girme.

Bu nasihatimizi, canı gönülden kabul et. Bunlarla dünya ve ahiretini süsle. Zira bunlar senin ve herkesin iyiliği içindir. Bu yolda git ve herkese de tavsiye et.


ALINTI

23 Temmuz 2012 Pazartesi

Senin adın ne?


Adamın biri bir gün yolda giderken bir çocuk görür 
ve çocuğu çok sevimli bulur; çocuğa:

"Senin adın ne?"

Çocuk tam söyleyeceği sırada:

"Dur ben tahmin edeyim", diyerek sözünü keser, 
ama ipucu olarak baş harfini söylemesini ister. Çocuk:

"Y" der, adam başlar saymaya

"Yasin?"

Çocuk başını sallar..

"Yusuf?!"

Çocuk yine başını sallar..

Adam y harfi ile başlayan tüm isimleri sayar,
çocuk her seferinde başını sallar, adam iyice sinir olur 
ve kız isimleri de saymaya başlar; 
çocuk yine başını sallar. Adam en sonunda:

"Bilemedim. Yahu neymis senin ismin?!"

Çocuk yanıt verir:

"Yamazan"

 ALINTI


22 Temmuz 2012 Pazar

Sevgi Tatlısı



 Malzemesi:

 1 adet lekesiz gönül
1 adet açık yürek
500 gram güler yüz
250 gram tatlı dil
100 gram hürmet
1 çorba kaşığı sevgi
1 çay kaşığı hoşgörü
1 su bardağı iyi niyet
1 tutam samimiyet
1 ölçek dürüstlük
Göz kararı saygı


Hazırlanışı:

Gönülü duygu tasına atıp güler yüz ile karıştır.

Ağzında yumuşattığın tatlı dili üzerine ilave ederken, 
sevgi ve saygıyı ince ince üzerine ekele.
Hürmet, iyi niyet ve hoşgörüden meydana gelen şurubu da buna kat.

Samimiyet ölçüsünde parçalara bölerek dürüstce hayata diz 
ve yüreğinde pişmesini bekle.

Yüreğinde pişirdiğin bu sevgi tatlısını karnın acıkınca değil, 
ruhun acıkınca ye.

Mutluluk senin olsun.

ALINTI

20 Temmuz 2012 Cuma

Oruç, Allah'ı hatırlatmaktır



Oruç, bütün azalara Allah'ı hatırlatmaktır.


Mehmet Deveci



Açılan cennet ve sema kapıları


Ramazan ayının ilk gecesinde cennet ve sema kapıları açılır da,
Ramazan'ın son gecesine kadar kapanmaz.

Hadisi Şerif


Ramazan-i Serife ulastirana hamd olsun. 
Rabbim gönüllerin sultani olan bu mübarek ayi hakkiyla idrak ederek
gecirenlerden eylesin insALLAH ve hayirli cumalar...



19 Temmuz 2012 Perşembe

İçini yakan özlem


Nur düşer kalbine, açılır bir pencere ,
Açılır gölgeler gerçeğe perde perde. 
Anlarsın ki bu alem gerçekte bir serapmış.
İçini yakan özlem ALLAH'a kavuşmakmış…

Muhsin Yazıcıoğlu

18 Temmuz 2012 Çarşamba

Yürek kapılarımız


Eskiler ne derlerdi biliyor musunuz, dostlarım; 
"Oruçlu insan" derlerdi, "önce yürek kapılarını açacak…"

Yani sevecek, hoş görecek, tahammül edecek, 
katlanacak, anlayış gösterecek…

Kendisine açılan eli görecek…

Mahallenin muhtaçlarını fark edecek…

Aile efradıyla barış imzalayacak: 
Eşine, çocuklarına, ana-babasına "haşin" davranmaktan vazgeçecek…

Kısacası yürek kapılarını açacak ve açılan yüreklere girmenin bir yolunu bulacak.

Bundan önce bu köşede yayınlanan "Her yüreğe giden bir yol var" başlıklı yazımızı hatırlıyor musunuz? Hani İngiliz ressam Hunt bir kapı çizmiş, ama kapı kolu koymamıştı. Eleştirmenlere de şöyle demişti: "O bir yürek kapısıdır, yürek kapıları sadece içeriden açılabilir. İşte bu yüzden kapıya kol çizmedim."

Bununla bağlantılı olarak ramazan-ı mübarekte kendimize şöyle bir soru sorabiliriz: 
Sevgi için, dostluk için, kardeşlik için, arkadaşlık için, 
vermek-paylaşmak için kaç yürek kapısını çaldık?..

Kaç kişi bizim yürek kapımızı çaldığı halde açmadık?..

Kaç yürek kapısı açıldı önümüze, kaçı yüreğimize kapandı?..

Kaç kez açtık yürek kapımızı, sevgiye, dostluğa, kardeşliğe?..

Kısacası, kaç yüreğe sığındık?..

Kaç yürek yüreğimize sığındı, dostlar?


Diğer insanlarla barışmak, sevilmeye lâyık olanı sevmek, 
sevilmeye liyakat kesbetmek için acele etmeliyiz: Zira ölüm tepemizde!..

Hiç sevmeden, hiç sevilmeden ölme ihtimalimiz var…

Ki, o "gerçekten ölmek"tir!

Sevilmeyenler gerçekten ölür…

Kapılar kapanır…

Rahmet gitmez olur.

Çünkü her rahmet sevgi kaynaklıdır.

Allah, rahmetiyle affeder bizi.


Ramazan çevremizde bir sevgi çemberi oluşturmanın da fırsatıdır…

Bazı doğru ve güzel alışkanlıklar kazanmanın da…

Kötü bazı alışkanlıklarımızdan kurtulmanın da…


Komşuluk ilişkilerimiz kötü: Eskiden kim ne pişirirse önce komşuya tattırırdı.
Şimdi komşumuzun cenazesi olsa habersiz kalıyoruz.

İftar davetleriyle bu arızayı en aza indirebiliriz.

İş ilişkimiz olanlarla iftar ediyoruz da hayat ilişkimiz olan komşularımızla neden etmeyelim. Birkaç iftarı komşumuza ayırabiliriz.

Unutmayalım dostlarım: Toplumsal barış, aile içi ve apartman içi barışla başlar.

Bu yüzden yürek kapılarımız hep açık kalsın.


Yavuz Bahadıroğlu

ALLAH'ım Sana sığınırım



ALLAH'ım fayda vermeyen ilimden, 

huşu duymayan kalpten, kabul olunmayan duadan, 

doymayan nefisten sana sığınırım.


Hadis-i Şerif [Müslim, "Zikir", 73]

16 Temmuz 2012 Pazartesi

Çokluğun derdi çok olur


İşin özü ve özeti şu;
Ecel geldiğinde terk edecek ne kadar az şey var ise 
"lebbeyk!" diyerek ölüme o derece çok kucak açılabilir.
O halde varlığınız çoğaldığı oranda onu hayır yolunda azaltınız ki
yolculuklarınız kolay olsun!..
Çokluğun derdi elbet çok olur; yokluk kapısında nefis de yok olur.

Yunus ne güzel söylemiş;
'Bunca varlık var iken gitmez gönül darlığı.'


İskender Pala / Varlık – Yokluk

15 Temmuz 2012 Pazar

Toprak ile ayna


Toprak bir gün aynaya dedi ki:
"Ey ayna! İmreniyorum sana! Çünkü kim sana baksa, kendini görür; bana bakanlar ise, sadece beni görür!"

Ayna toprağa şöyle cevap verdi:
"Ey kara toprak, ne beyhude bir dert ile dertlenmişsin. Bilmiyor musun? Ben bana bakanların bugününü gösteririm. Oysa sen, sana bakanların yarınından haber verirsin..."

Bu cevap, toprağın beğenisine gitse de, tekrar dedi:
"Belli ki içimi rahatlatmak içindir sözlerin. Söyler misin bana, sana bakanlar, hiç dönüp bakar mı bana?"

Ve ayna toprağa acı bir gülümseyişle şunları söyledi:
"Merak etme! Bana bakacak yüzü kalmayanların gözü, hep sana döner!"


Alıntı

Sen anla ey Rabbim



Kimseler anlamasın beni!
Züleyha'nın zindanında "Yusuf" anlasın,
Leyla'nın çöllerinde "Mecnun" anlasın,
Şirin'in dağlarında "Ferhat" anlasın,
Aslı'nın yüreğinde "Kerem" anlasın,
Sen anla…

Beni kimseler anlamasın!
Gözyaşlarını yüreğinde biriktiren "hüzün" anlasın,
Yaprakları sararmış "hazan" anlasın,
Karanlıkları örten "güneş" anlasın,
Güneşe örtü olan "gece" anlasın,
Sen anla…

Beni kimseler anlamasın!
Bembeyaz düşlerine karalar düşen "Kudüslü çocuklar" anlasın,
Sessizliğin içinde saklı "sesler" anlasın,
Acılarla ağırlaşan "hayat" anlasın,
Yenilgilere alışmış "kalbim" anlasın,
Sen anla…

Beni kimseler anlamasın!.
Martılara hasret "deniz" anlasın,
Baharına hasret "çiçek" anlasın,
Ölümüne hasret "hayat" anlasın,
Sen anla. 
Ey Rabbim, Sen anla!

Nurdal Durmuş

14 Temmuz 2012 Cumartesi

Kuvvetli hafıza için



Hafızayı kuvvetlendiren ve ezberlemeyi kolaylaştıran sebepler:

1- Az yemek

2- Çok tekrar etmek

3- Geceleri namaz kılmak ve ibadet etmek

4- Salat-ü selamı çokça okumak

5- Kuran-ı Kerim'i çok okumak

6- Bütün günahlardan el çekmek

7- Misvak kullanmak

8- Her sabah aç karnına bal yemek

9- Her gün aç karnına besmeleyle yirmibir tane kuru üzüm yemek.


Marifetname

Ağaca konan kuş gibi ol



Kar yağarken gördüğümde defterlerin uçuşup sahiplerine dağılışını düşünürüm. 
Çekirge sürüsü gördüğümde haşri hatırlarım. 
Ezanı işittiğimde kıyamete seslenecek münadiyi hatırlarım. 

Nefsime de şunu tavsiye ederim: 
Rabb'in takdiri gerçekleşene (ölene) kadar 
dünyada ağaca konan kuş gibi ol!

Rabia Adeviyye (r.a.)

13 Temmuz 2012 Cuma

El-Hakîm



Ey kâinatı bin bir çeşit güzelliklere saran Rabbim!
Ruhumuzu güzelliklerine ve güzelliğine kör etme!
Ey haşmetiyle kâinatı kuşatan, Marifetini sar gönlüme!
Her şeye tam karşılığını veren Hakîm!
Esmanı mühür gibi vur şu mücrim gönlüme...

Yusuf Sönmez


10 Temmuz 2012 Salı

Su, ateş ve ahlak



Su, ateş ve ahlak dostluk kurmuşlar. Bir gün ormanda dolaşmaya çıkmışlar.
Fakat bir müddet sonra içlerine bir korkudur düşmüş. 
Orman çok büyük ve çok karmaşıkmış. 
Her türlü ihtimâle karşı birbirlerini kaybederlerse, 
nasıl bulacaklarını düşünmeye başlamışlar.

Suya sormuşlar, "Kaybolursan seni nasıl bulacağız?"
Yanıt, "Nerede bir şırıltı, çağıltı duyarsanız ben oradayım."

Ateşe, "Seni yitirirsek ne yapalım?"
Ateş, "Bir duman gördüğünüz yerde ben varım."

Sıra ahlaka gelince, yanıt şu olmuş:
"Beni asla kaybetmeyin; eğer kaybederseniz bir daha kesinlikle bulamazsınız!"

Alıntı

Ümitsizliğe düşme



Ayrılık, her ne kadar ümidin belini kırsa,
ıztıraplar, cefâlar, isteklerin, emellerin ellerini bağlasa da,
Allah sevgisi ile mest olan âşıkın gönlü, ümitsizliğe düşmez,
Hak'tan ümidini kesmez.

İnsanlar, uğrunda çaba gösterdikleri her şeye ulaşırlar.

Hz. Mevlânâ

Ne(me) lâzım?!



Osmanlı İmparatorluğu’nun en mükemmel yıllarıdır; Garplıların ‘Muhteşem Süleyman’ dedikleri Kanuni gibi padişah, Ebussuud Efendi gibi şeyhülislâm, Sokullu gibi sadrazam, Sinan gibi mimar, Yahya Efendi gibi âlim, Barbaros gibi amiral ve Bâki gibi şair… Bütün bu zirveler, zâbit zoruyla sıraya dizilmiş neferler gibi değil de büyük bir senfoninin keyfiyet planını yansıtan notalar gibi saf ahenkle bir araya gelmiş, üstün nizam tablosunun delaletidir.

Bu nizam tablosunun siyasetten ticarete, askeriyeden mimariye kadar madde ve manaya hâkim olduğu bir dönemde, Kanuni Sultan Süleyman yine de bir endişe taşımaktadır: “Bu hal, bu gidiş bir yerde tökezler mi? Devlet baş aşağı inişe geçer mi?” diye, zihninde vehimler dolaşmaktadır. Fikrine itimat ettiği, aynı zamanda da sütkardeşi olan meşhur âlim Şeyh Yahya Efendi’ye bir mektup gönderir ve: “Sen ilahi sırlara vakıfsın. Kerem eyle, bizi aydınlat. Devletimizin akıbeti nasıldır? Bir gün izmihlale uğrar mı? Bir devlet hangi halde çöker?” diye sorar. Şeyh Yahya Efendi’nin yanıtı çok kısa olur: “Neme lâzım Sultanım!”

Topkapı Sarayı’nda mektubu hayretle okuyan Kanuni, bu cevaba fazlaca bir anlam veremez ve soluğu doğruca Yahya Efendi’nin Beşiktaş’taki dergâhında alır. Kanuni, “Ne olur sorumuzu ciddiye al, bizi geçiştirme lütfen.” diye, Yahya Efendi’ye serzenişte bulunur. Yahya Efendi, “Sultanım sizin sorunuzu ciddiye almamak hiç olur mu? Ben son derece ciddiye aldım ve size cevap yazdım.” der. Kanuni, “Lakin sadece neme lâzım yazmışsınız. Sanki beni bu işe karıştırma der gibi” deyince, Şeyh Yahya Efendi şu harikulade cevabı verir:

“Sultanım! Bir devlette zulüm yayılsa, haksızlık şayi olsa, işitenler görenler ‘Neme lâzım!’ deyip uzaklaşsa, koyunları kurtlar değil de çobanlar yese, bilenler bunu söylemeyip sussa, fakir fukaranın feryadı arşa çıksa da bunu taşlardan başkası işitmese, işte o zaman devletin sonu görünür. Böyle bir durumda devletin hazinesi boşalır, halkın itimadı sarsılır. Asayişe güven hissi gider, halkta hürmet duygusu yok olur. Çöküş de böylece mukadder hale gelir!”

Bu cevabı asırlar önce Kanuni Sultan Süleyman Han’a veren ve onu buğulu gözlerle yolcu eden Şeyh Yahya Efendi, böylece bizi de yirmi birinci asırda meçhul bir malumla baş başa bırakmış olur: “Neme lâzım” değilse, peki ne lâzım?

Altı yüz sene hayatta kalmayı başarmış, bunun en az üç yüz yılını da aşk, vecd, fetih ve hâkimiyetle dünyaya nizam sağlamış bir imparatorluğun anayurdunda; zamanın hâkimi olduğu için mekânın da fatihi olan ceddimizden sonra Anadolu’nun harim-i ismetinde şimdi ne lâzım?

Kahpeyle sahtenin saltanat kurduğu, yalnız sözün değil özün de yalama olduğu, maddi krizlerin bitişiğinde ruhi intiharların eşiğinden geçen insanoğluna, bu asırda en çok ne lâzım?

Kuzunun başına kurdun bırakıldığı, ticaretinden siyasetine hemen hemen her sahada kaos düzeni mimarlarının zafer bayraklarını dalgalandırdığı, dünyanın zalim ve mazlum olmak üzere iki kutba ayrıldığı bir zamanda, ne lâzım?!

Herhalde evvela “ne lâzım?” olduğunu dert etmek, düşünmek, bilmek lâzım.

Bize bilgisayar istatistikleri gibi kelle hesabı yapacak kuru akılcılar değil, adam hesabı yapacak ulvi divaneler lâzım.

Dedesinden meccanen devşirdiği iman ruhunu laptop çantasındaki cd’lerde saklayanlar değil, Somuncu Baba’nın fırınında fokur fokur kaynatanlar lâzım.

Günde beş vakit beden eğitimi yapar gibi bir alışkanlıkla, tespihteki keyfiyet dizilişinden bile ırak bir anlayışla, Allah’ın huzurunda duranlar değil; ruh şahlanışı içinde maddi ve manevi saflarda aşk ile duranlar lâzım.

Sadece içerde ibadet ederken değil; avludaki fikir ve aksiyon meydanında da saf tutan, safını belli eden ve safını terk etmeyen imanlar lâzım.

Mala mülke, paraya makama tamah edip saf bozan gafiller değil; İbrahim Ethem Hazretleri gibi tacı tahtı suyun dibine batıran gaipler lâzım.

İslami ölçüleri, çocuk şiiri ezbercileri gibi tekrarlayanlar değil; rahmet müjdecileri, aşk habercileri, dert bildiricileri ve hakikat nâracıları lâzım.

Ahiretini feda edip, birkaç yıllık süfli bir ömrü yaşamayı zenginlik sayan hasisler değil; fâni hayatı gözden çıkarıp, ulvi sonsuzluk kervanına katılan cömert tacirler lâzım.

Güneşi ceketinin astarı içinde kaybetmiş, şekli ruhun önüne çıkarmış, “tekbir”den giyinen marka Müslümanları değil; pazarlıksız Allah ve Resûlu deyip “Tekbir” getirenler lâzım.

İslami moda, İslami falan, İslami filan tanımlarının zırvalıktan öte hiçbir kıymetinin bulunmadığını, İslam’ı arkaya vagon yapıp kendi nefslerine uyduran ve çürütenlere karşı; İslam lokomotifinin ardına takılacak zihni billur, gözü kara, kalbi şirksiz akıncılar lâzım.

Zulmü derece derece, eli, dili ve kalbiyle önlemek emrine karşı, işi kalbe bırakan, zulme rızanın da zulüm olduğunun farkında olmayan kanı donuklar değil; Yaradan’ın yaratılana şahdamarından daha yakın olduğunu bilen, şahdamarındaki kanının alyuvarlarından dış dünyadaki hidrojene oksijen taşıyıp, suyu kabartan, köpürten, bentleri aşan ve setleri yıkan ab-ı hayatlar lâzım.

Bize mücerretleri anlama istidadından yoksun entelektüeller değil; kalp kör olduktan sonra gözlerin görmesinde, elin yazmasında, dilin konuşmasında hiçbir fayda aramayan, ilmin müminin yitik malı olduğunu ve nerede bulursa alması gerektiğini bilen ve bu bilinç seviyesiyle kucakladığı her şeyi ‘nâr-ı beyzâ’ gibi kendi keyfiyetine çeviren mütefekkirler lâzım.

Ve tüm kemiyet hesaplarını alt üst edercesine: Pîre bir mürid, söze bir kulak ve bütün dünyayı aydınlatmaya da tek bir şafak lâzım! Aslında Mısır’ın sultanlığı için, Kenan kuyularında sadece tek bir Yusuf lâzım!


ALINTI