Her defterin bir ömrü olduğu gibi her ömrün de bir defteri vardır ve
yürüdükçe sayfalarını silinmez yazılarla doldururuz bu defterin. Aldığımız
nefes kadar satır, yaşadığımız yıl kadar sayfa bırakırız ardımızda.
Sayfaları nasıl doldurulmuş olursa olsun, her defter iki kapak arasına
gizlenmiş bir dünyadır. Bitirilmiş bir defterin kapağını aralamak, çoğu zaman
yaşadığımız dünyadan farklı zamanlara, mekanlara doğru çıkılacak bir yolculuğa
ilk adımı atmak gibidir.
Sayfaları arasında bambaşka hayatların kokusunu saklasalar da, bitmiş her
defterin bakışlarında aynı mutluluk gizlidir. Zira her defter, sayfalarının
karardığı kadar sahibinin kalbinde yer tuttuğunu bilir.
Tanıştıktan sonra bir daha asla yokluğunu düşünemediğimiz kadim dostlar
gibidir defterler. Anlatırız, dinlerler; paylaşırız, saklarlar. Tüm sayfaları
dolduğunda kâğıttan bir dünya, bir hayat, artık bize ait bir parça olarak
hayatlarını devam ettirirler. Defterlerimizin, yazılarımızın biçimi bizi, hayat
tarzımızı ele verir. Tıpkı diğer dostlar gibi defterlerimiz de aynamızdır.
Sayfalar boyunca kendi yüzümüzü, kalbimizin sırlarını seyrederiz.
Kimi defterler yıllar önce yaptığımız hataları yüzümüze vurmaktan yahut
yaşadığımız mutlulukları tekrar yaşatmaktan gizli bir sevinç duyarlar. Çünkü
yalnız bunun için var olduklarına inanırlar. Kuru gül yaprakları dökülür
kiminin arasından, kiminin arasında gözyaşları saklıdır.
Sahipleri gibi defterlerin de hastalananı, ihtiyarlayanı hatta can çekişenleri
vardır. Kimi bir sandık köşesinde unutulur yıllar yılı, kimi eski eşyalar
arasında karanlık çatılarda, kimi küflü bodrumlarda… Kiminin okunmaktan
yıpranır sayfaları, kimi muskalar gibi saklanır yastık altlarında.
. . .
Yalnızca günlükler, hatıra yahut şiir defterleri değil; öğrencilik
yıllarında çantamızda taşımak zorunda kaldığımız kimi kareli kimi çizgili,
bilmem kaç formalı, ön kapağında güzel resimler arka kapağında haftalık ders
programı ve çarpım tablosu bulunan okul defterlerimize dahi kendimizden bir
şeyler katmışızdır farkına varmadan. Kiminin kenarlarına çiçek, desen
çizmişizdir, kiminin ilk sayfalarını güzel sözlerle, mısralarla doldurmuşuzdur.
İlk günler temiz çamaşırlar gibi kokan kim bilir kaç deftere zamanla
evimizin, sınıfımızın, çantamızın kokusu sinmiştir. Kurşun kalemlerin,
karalayan silgilerin birkaç ayda ihtiyarlattığı defterlerin, üzerindeki
etikette isim yazmasa dahi, kıvrılan kenarlarından, gevşeyen dikiş yerlerinden
ve eksik sayfalarından bilmişizdir kime ait olduğunu.
Eğer annenizin halen üzerine titrediği bir çeyiz sandığı varsa, mutlaka o
sandığın kuytu bir köşesinde babanızın gençlik, askerlik yıllarında tuttuğu
küçücük bir defter saklıdır. İçinde Karacaoğlan, Sümmanî, Emrah türküleri
bulunan… Üzerinden yıllar geçse de soğumaz o mısraların, sağa yatık iri harfli
yazıların sıcaklığı.
Yalnızca türküler bulunmaz elbet babaların eski defterlerinde; zira defter
aklın en emin limanıdır onlar için. Bu yüzden arandığında bulunamayan, kaybolan
her defter kısmî bir hafıza kaybı yaşatır sahibine.
Şayet evinizin tenha bir köşesinde bu türden bir defter keşfettinizse, otuz
yıl önce mevsimin ilk karının ne zaman yağdığını, kardeşinizin, sizin tam olarak hangi gün
dünyaya geldiğini, annenizin kaç gün hastanede yattığını, babaannenizin,
dedenizin hangi tarihte dünyadan göçtüğünü, yürümeye başladığınız yahut ilk kez
oruç tuttuğunuz günü, garip ilaç isimlerini, beş haneli telefon numaralarını,
alınan verilen borçların miktarını, hâsılı ailenize ait tüm sevinçleri,
hüzünleri bulabilirsiniz onun sayfalarında.
. . .
Gönle, saatlere, takvimlere sığmayan sevdalar, hasretler, acılar için
birkaç sayfa yeterlidir bazen. Bir ömrün sığdığı da olur bir deftere, bir günün
sığdığı da… Hayatı başka bir dünyaya, başka bir dünyayı hayata taşır durur yazılan,
okunan her cümle, her sayfa.
Ha masa üzerine sayfaları açık bırakılmış yarım bir defter, ha uçmaktan
yorgun düşen kanatlarını iki yana yaymış beyaz bir güvercin… İkisi de umut,
sevda, hasret taşır kanatlarında. İkisinin de kanatları başka iklimlerin, uzak
diyarların, zamanların kokusunu taşımaktan bitkin düşmüştür.
Bazı boş defterlerin sayfalarında dolaşmak ayak değmemiş bir adayı uzaktan
seyretmek gibi huzur verir. Aydınlık gökyüzüne, kış günü vurmuş karlı dağlara
benzer onların yüzü. Yıllarca boş kalır sayfaları, ne yazacağınıza bir türlü
karar veremezsiniz. Mürekkep tedirgindir, kalem sayfaları incitmekten çekinir
yazmaya başladığınızda.
. . .
Dosta, arkadaşa verilecek en anlamlı hediyedir çoğu zaman boş bir defter.
Her kitap şüphesiz başlangıçta yalnızca boş bir defterden ibarettir. Boş
sayfalar yeni kapılar gibi açılır ebediyete ve kendisini yazanı, kanatlı masal
atlarıyla bazen hayal denizinin kıyılarında koşturur, bazen düşünce ırmağının
akıntısında sürükler.
Eksik yanımızı, insan yanımızı, unutan, hatırlamak isteyen yanımızı
defterlerle yamar, tamamlarız. Zihnimizin kalabalığını ya da gönlümüzün
aydınlığını ancak sayfalar, defterler taşır. Bu ağırlık yüzündendir buruşan,
yıpranan sayfaları defterlerin.
Dünyanın bittiği yerde bekler bizi defterlerin sayfaları. Bütün yolların
duvar diplerinde, uçurumlarda düğümlendiği yerde tüm aşina yüzlerin, zamanın ve
mekânın dışına kalem anahtarıyla açılan efsunlu bir kapıdır o.
Her defterin bir ömrü olduğu gibi her ömrün de bir defteri vardır ve yürüdükçe
sayfalarını silinmez yazılarla doldururuz bu defterin. Aldığımız nefes kadar
satır, yaşadığımız yıl kadar sayfa bırakırız ardımızda. Kimimiz defterinin
kenarına süsler çizer, resimler yapar. Kimimiz kuş yapar uçurur tertemiz
sayfaları. Bazıları her sayfaya bir mektup yazar ve esen rüzgârlarla gönderir
zamanın mekânın uzağına. Bazıları önündeki sayfadan sürekli gemiler yapar, yüzdürür hayal denizinde.
Yazarken farkında olmasak da yanlış kelimelerin, karalanmış satırların,
kaybedilmiş sayfaların telafisi mümkün değildir. Zira ömür defteri temize
çekilmez.
Hüseyin Kaya